Yazma Sürecini Uygulama 9.Sınıf Edebiyat
Nurullah Ataç
– Nasıl yazarsınız? Konularınızı arar mısınız? Ve sırf yazmak ihtiyacı ile masa başına hazırlıksız oturduğunuz olur mu?
– Öylesi de olur; böylesi de.. Biliyorsunuz, ben bir gazeteye her hafta bir yazı veririm. Bir konu bulamadığım günler olun Gene otururum yazmaya, konu gelir kendi kendine. Bütün yazarlar için değilse de bütün gazete yazılan için böyle değil midir acaba? Bir yazımı, gün olur, dört saat, beş saatte yazarım, kimi de çabuk biter. Başka bir şey söyleyeyim size. Biliyorsunuz, Orhan Hançerlioğlu ile roman üzerine küçük bir tartışmamız oldu. Ben Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun bir sözünü anmıştım. Bana bir gün: “Romanlarımdaki kişiler gelirler, ne yaptıklarını anlatırlar; ben de onların dediklerini yazarım.” demişti. Yani romanlardaki kişiler, yazarın buyruğuna uymazlar, onların da kendilerine göre bir hürriyetleri vardır demek istiyordu. Orhan Hançerlioğlu, buna pek inanmadı. Bana öyle geliyor ki düşüncelerimiz de romanlardaki kişiler gibidir. Onlar da bizim buyruğumuza her zaman uymaz. Gün olur, yazacağımı hazırlarım, varacağım sonucu bilirim, bir de bakarım ki yazarken değişir düşüncem, büsbütün başka bir sonuca varın Benim asıl düşüncem, “samimi” düşüncem işte odur. O büyük düşünce bende kendi kendine yaşamıştır
Konuşan: Yaşar Nabi Nayır
(Edebiyatçılarımız Konuşuyor; 1976)
Oktay Akbal
– Nasıl yazarsınız? Konularınızı arar mısınız ve sırf yazmak ihtiyacıyla masa başına geçtiğiniz olur mu?
– Bazen çok kolay, bazen çok zor Kah kalabalık içinde, meselâ bir kahvede, kâh sessizlikte… Ama, çoğu hikâyelerimi gece yarısından sonra yazdığımı söyleyebilirim. Yazıya başladım mı, onu bitirmeliyim, yoksa kalır gider. Bir hikayeyi kaleme almadan önce uzun zaman onu içimde yaşatırım. Bir misal: Parktaki Kanepe adlı hikayeye 1943 de başlamıştım, bir türlü yazamadım. O ise hep içimde var olarak kaldı. Bir gün onu yazacağımdan emindim. Aradan birkaç yıl geçti, başka birçok yazılar, hikâye/er yazdım, onu yazamadım. Nihayet geçenlerde tamamladığım bu hikâye, 1943 de düşündüğümden tamamiyle farklı, bambaşka bir şey oldu. Yedi yıllık bir ara ona değişik bir çehre ve mâna vermişti. Konu aramak bilmem ne demek? Eline kalemi alırsın veya makinenin başına geçersin, kafanda belirli bir hal almamış, şekil ve mana kazanmamış, senin bile açıkça tâyin edemediğin bir hayal, bir fikir veya bir olayı başlarsın anlatmaya… Hikâye bittiği zaman, ancak o zaman konu ortaya çıkan Daha önce hiç bir şey yoktur. Zaten esas olan şey yazmak… Yâni yazan adamın dili ve ifadesi, kısacası üslubu… Hikâyeci, Çehov’un dediği gibi: “Bir sigara tablasından konu çıkaran adam”dır. Hem yazar sadece yazmak ihtiyacını tatmin için yazar. Her defasında önemli şeyler söylemeyeceğini bildiği halde. Ataç’ın geçenlerde yazdığı gibi, yazmak için, muhakkak önceden yazacağın şeyin ne olacağını düşünmek, bilmek, kararlaştırmış olmak gerekli değildir
(Varlık dergisi 1950)