Su Ekosistemlerinin İşleyişi Ayt Coğrafya
SU EKOSİSTEMLERİNİN İŞLEYİŞİ
Karalardaki sular hariç, dünya yüzeyinin %71’ini sular oluşturur. Karalardaki göl, akarsu ve bataklıkları da dahil edersek su ekosistemleri daha büyük alan kaplar. Bu özelliğiyle su ekosistemleri kara ekosistemlerinden daha büyüktür ve bir bütün olarak en büyük ekosistem kabul edilebilir.
Su, tüm canlılar için vazgeçilmez bir yaşam kaynağıdır. Canlı organizmaların büyük bir kısmı sudan oluşur. İnsan vücudunun % 65’i, bitkilerin % 60 – 85’i sudan oluşur. Suların canlılar üzerindeki yaşamsal etkilerinin yanında doğal sistemlerin işleyişinde de çok önemli katkıları vardır.
Su ekosistemleri, denizel su ekosistemleri ve karasal su ekosistemleri olmak üzere iki ana gruba ayrılır.
Denizel Su Ekosistemleri
Okyanusların ortalama derinliği 3700 m olmakla birlikte 6000 metreyi bulan okyanus tabanları ve 11 bin metreyi aşan derin okyanus çukurları (hendekleri) bulunur. Ancak denizel ekosistemlerdeki canlıların büyük bölümü ilk 200 m derinlikteki alanlarda yaşar. Çünkü fotosentez için gerekli olan Güneş ışığı, deniz yüzeyinden 200 m derinliğe kadar ulaşabilir. Deniz canlılarının büyük kısmı, ışığın daha fazla olduğu 100 metre derinliğe kadar yaşar. Daha derinlerdeki canlılar ışıksız ortama adapte olanlardır. Bunların çoğu derinlere inen organik artıklarla beslenirler.
Okyanus tabanlarında, tıpkı yeryüzündeki gibi sıradağlar, vadiler, mağaralar, kayalık, tepelik, engebeli alanlar ile düz, kumluk alanlar gibi çok çeşitli yer şekilleri vardır.
Bu özellikleriyle deniz ve okyanusların içinde, tıpkı karalardaki gibi birbirinden farklı ortamlar bulunur. Her biri kendine özgü çeşitli yaşam biçimleri olan farklı boyutlarda ekosistemler bulunur. Bu ekosistemlerde çok çeşitli canlı türleri yaşar. Denizlerde yaşayan planktonlar ve çeşitli deniz bitkileri fotosentez yaparak besin üretir. Diğer deniz canlıları da bu bitkilerle beslenerek tıpkı karalardaki gibi bir besin zinciri oluşur.
Denizlerin doğal sistemlere etkisi
- Atmosferdeki su buharının en önemli kaynağıdır. Buharlaşmayla denizlerdeki su atmosfere geçer. Denizler olmasaydı iklim, canlı yaşamını imkânsız kılacak derecede kurak olurdu. Yağışlar, atmosferdeki su buharının yoğunlaşmasıyla oluşur.
- Su buharı, günlük ve yıllık sıcaklık farklarını dengeleyerek, sıcaklıkların canlı yaşamına uygun ölçülerde olmasını sağlar.
- Denizlerle atmosfer arasında ısı alışverişi gerçekleşir. Sıcak deniz, üzerindeki havayı ısıtır, soğuk deniz ise üzerindeki havayı soğutur. Okyanus akıntıları, enerji fazlalığının olduğu sıcak kuşaktan, enerji noksanlığının olduğu soğuk kuşağa ısıyı taşıyarak dünyada sıcaklığın dengeli biçimde dağılmasına katkı sağlar. Yeryüzündeki ısı dolaşımının yarısı okyanus akıntılarıyla sağlanır.
- Meksika Körfezi’nin sıcak sularını Kuzeybatı Avrupa kıyılarına kadar taşıyan Gulf Stream sıcak okyanus akıntısının etkisiyle bu kıyılar elverişli iklim koşullarına sahiptir. Bu nedenle Kuzeybatı Avrupa dünyanın yoğun nüfuslu bölgelerinden biridir. Oysa aynı enlemlerdeki Kanada’nın doğu kıyıları, burada etkili olan Labrador soğuk okyanus akıntısının etkisiyle daha soğuktur.
- Deniz yüzeyinde dalgaların kırılmasıyla sayısız miktarda su tanecikleri havaya karışır. Deniz tuzları bakımından zengin olan bu su tanecikleri buharlaşır ve bünyesindeki tuzlar atmosfere karışır. Havada asılı biçimde duran bu tuz taneciklerine aerosol adı verilir. Her yıl 10 milyon ton aerosol bu yolla atmosfere karışır.
- Aerosoller yoğunlaşma çekirdeği görevi görür ve yağışların oluşmasında büyük rol oynar. Atmosferdeki su buharı aerosollerin etrafında yoğunlaşarak bulut oluşur ve yağışa dönüşür. Aerosoller olmasaydı yeryüzünde daha kurak iklim şartları yaşanırdı.
- Yağışlarla toprağa düşen aerosoller toprağın verimini artıran adeta doğal bir gübre görevi görürler.
Karasal Su Ekosistemleri
Karasal su ekosistemleri akarsu, göl ve bataklık ekosistemlerinden oluşur.
Akarsu Ekosistemleri
Akarsular hem yer altı sularını besler hem de deniz ve gölleri besler. Bünyesinde eriyik hâlde bulunan mineraller ve organik maddeler su ekosistemlerindeki pek çok canlı için besin kaynağı oluşturur.
Eğimin fazla, debinin az, çavlan ve çağlayanların bulunduğu akarsuyun yukarı kesimlerinde canlı çeşitliliği daha azdır.
Akarsuyun aşağı kesimlerinde biyoçeşitlilik daha fazladır. Çünkü bu kesimlerde eğim daha az, akış hızı yavaş ve debisi daha fazladır. Bunlarla birlikte aşağı kesimlerde taşıdığı mineral ve organik madde miktarı daha fazladır.
Akarsuların, deniz ve göllere döküldüğü kesimleri plankton bakımından ve organik, inorganik madde yönüyle zengindir. Bu alanlar biyoçeşitlilik bakımından da zengindir. Deltalar, başta kuş türleri olmak üzere pek çok canlı için önemli yaşam alanlarıdır.
Göl Ekosistemleri
Tatlı yüzey sularının yaklaşık %87’sinin oluşturan göller, çeşitli faktörlere bağlı olarak tatlı, tuzlu ve sodalı olabilmektedirler. Genellikle bir gideğenle sularını dışarı akıtabilen göllerin suları tatlı iken gideğeni bulunmayan göllerin suları ise tuzlu veya sodalıdır. Göl ekosistemlerindeki çeşitlilik ve türler üzerinde doğrudan etkiye sahip olan bu durumla birlikte göl çevresindeki iklim koşulları, bitki örtüsü, gölü besleyen kaynaklar ve göldeki kirlilik düzeyi göl ekosistemlerindeki yaşamı etkilemektedir. Göl ekosistemlerinde yaşayan başlıca canlılar; kamış, nilüfer, saz gibi sucul bitkiler ile kurbağa, su yılanı, sazan, alabalık gibi hayvanlardır.
Bataklık Ekosistemleri
Su döngüsünün gerçekleşmesi ve devam etmesinde bataklık ek 0 sistemleri büyük öneme sahiptir. Bataklık alanlar yeryüzü şekillerine bağlı olarak oluşan durgun, sığ ve üzerleri genellikle sazlarla kaplı olan akıntıların yetersiz olduğu su birikintileridir. Bataklıklar genellikle taban suyu seviyesinin yüksek olduğu alanlarda oluşur ve alçak kıyılardan başlayıp dağların yüksek kesimlerinde de görülebilmektedir.
Ramsar Sözleşmesi
Karasal su ekosistemleri kendilerine özgü flora ve faunaya sahip olmaları nedeniyle karasal ekosistemler ile su ekosistemleri arasında geçiş özelliği gösterir. Yeryüzündeki karasal su ekosistemlerinin korunması dünya ekosistemi açısından da büyük öneme sahiptir. Bu nedenle yeryüzündeki sulak alanların korunması amacıyla çeşitli uluslararası antlaşmalar ve koruma projeleri gerçekleştirilmektedir. Bu çalışmalardan biri de Ramsar Sözleşmesi’dir. Ramsar Sözleşmesi’ne göre sulak alanlar çekilmiş halde derinliği 6 metreden az olan doğal ya da yapay devamlı veya geçici tatlı, acı veya tuzlu durgun veya akıntılı bütün suların yanı sıra bataklık, sazlık ve turbalık alanlar ile denizlerin gelgit hareketlerinin çekilme devresinde 6 metreyi geçmeyen derinlikteki kısımlarını kapsamaktadır. Türkiye’nin de taraf olduğu Ramsar Sözleşmesi’ne göre sulak alanların korunması ve akılcı kullanımı hedeflenmektedir. Bu hedeflerin gerçekleşmesine yönelik Türkiye’de 14 adet Ramsar alanı bulunmaktadır.
Türkiye coğrafi konumu ve fiziki özellikleriyle farklı ekolojik karaktere sahip, çok çeşitli sulak alanlara sahip bir ülkedir. Bu sulak alanlar özellikle göçmen kuşlar açısından büyük öneme sahiptir. Çünkü Avrupa, Kuzey Afrika, Batı Asya ve Sibirya arasında bulunan 4 önemli kuş göç yolundan ikisi Türkiye üzerinden geçmektedir. Göçmen kuşlar, ilkbaharda Türkiye’ye veya Türkiye üzerinden kuzeye; sonbaharda ise güneye doğru göç etmektedir. Bu göç esnasında Türkiye’ye uğrayan kuş türlerinden bazıları sadece sulak alanlarda konaklayıp göçlerine devam etmekte, bazıları kuluçkaya yatmakta, bazıları da göç dönemini Türkiye’deki sulak alanlarda geçirmektedir.
Türkiye’deki sulak alanlar birçok tehditle karşı karşıyadır. Bu tehditlerin başında çeşitli insan faaliyetleri yer almaktadır. Türkiye’deki sulak alanları tehdit eden başlıca insan faaliyetleri şunlardır;
- Sulak alanların kurutulması,
- Hidroelektrik santrallerinin inşasına bağlı olarak akarsu ve derelerdeki su seviyesinin azalması,
- Kaçak avlanmalar,
- Tarım alanlarından gelen kimyasal maddelerle su kalitesindeki bozulmalar,
- Su kaynaklarının aşırı ve bilinçsiz kullanımıdır.
Sulak alanlarda yaşanan kirlilik ve kuraklık göçmen kuşların göç sürecindeki sorunların artmasına ve göç eden kuş miktarı ile kuluçkaya yatan kuş türlerinde büyük azalmaların yaşanmasına neden olmaktadır. Kuşların göç yolları üzerindeki sulak alanların kurutulması kuşların dinlenmeden yollarına devam etmesine neden olduğu için göç yollarındaki kuş ölümleri artmaktadır.