Şiirde ve sanatta gerçeğin hayale dönüştürülmesi söz konusudur. Şiirdeki gerçeklik bilimdeki, tarihteki ve gündelik hayattakinden oldukça farklıdır. Şiirde gerçekliği yakalamak için bakmayı bilmek, iyi bir kavrama ve algılama gücüne sahip olmak ve bunları sanatsal bir ifadeyle şiire dönüştürmek gerekir.
Şair de herkes gibi yaşadığı dönemdeki günlük ve bilimsel gerçeklikle iç içedir. Fakat onun görevi üst düzeyde bir gerçeklik kurmaktır. Sanatçının bu seviyede bir gerçekliği kurabilmesi için sezgi, algılama, bilinçaltı zenginliklerine, yorumlama yeteneğine, hayal ve ifade gücüne ihtiyacı vardır.
Ses ve imge, şiirsel gerçeğin ifade araçlarıdır. Gerçeği ifade ederken dil göstergeleri yani, farklı anlam ve değerler kazanır. Bunun sonucunda şiir dili oluşur. Şair için mesaj verme, gösterme geri planda; çağrıştırma ise ön plandadır. Artık sözcükler gerçek anlamlarının dışında farklı anlamlar çağrıştırır. Şiir dili, çağrışımlara açıktır. Bu nedenle şair, dili şiirsel işleviyle kullanma durumundadır.
Düzyazıda sözcükler daha çok gerçek anlamıyla kullanılır; şiirde ise sözcüklerin yan anlamı ve çağrışımları ön plana çıkar. Diğer metinlerde olduğu gibi şiir de anlamlıdır. Okuyana, dinleyene bir şeyler anlatılır. Fakat bu anlam, şiirde bilgi verme yoluyla değil, şiirin çağrıştırdıkları, sezdirdikleri ile verilir. Eğer şiirin anlamı bilgi verilerek sağlanmaya çalışılsaydı onun da düzyazıdan bir farkı kalmazdı. Bu nedenle şiirde kullanılan dil, şiir dilinin işlevine uygun olmalıdır.
Şair, şiirinin her okuyanda farklı duygular uyandırmasını amaçlar. Bu nedenle sözcüklere yeni anlamlar yükler. Bu anlamlar şiirde sözcüklerin üstlendikleri yan anlamlardır. Bu anlamlar sözlüklerde yer almaz. Okuyucu bu anlamı kendisi hisseder. Bu şekilde şiirde farklı bir gerçeklik ortaya çıkar. Şiirdeki bu gerçeklik fark edilirse şiir daha iyi anlaşılacaktır. Çünkü şair yaşanan gerçekliği yorumlayarak değiştirir.