Osmanlı Devleti ilk zamanlarından itibaren sağlam, hantal olmayan bir bürokratik (devlet işleyişinde yapılanma) yapı oluşturmuştu. Osmanlı devlet teşkilatı bünyesinde çalışan her grubun, görevlinin yetki ve sorumlulukları belirtilmişti. Osmanlı Devleti’nin kısa zamanda teşkilatlanıp, medeniyet devleti olmasında ilmiye sınıfının etkisi büyüktü. İlmiye sınıfı içerisinde ilk zamanlar kadılar, şeyler, müderrisler varken, sonradan kazasker ve şeyhülislam da eklenmişti. Türk İslam geleneği içinde yetişmiş ilmiye sınıfı, Osmanlı yönetimi konusunda çok etkiliydi. Şeyhülislamın dini alandaki kararlarına padişahlar bile itiraz edemezdi. Yükselme Dönemi’nde Fatih Kanunnamesi’nde şeyhülislamlık bütün ulemanın reisi ve bütün müderrisler, yani üniversite hocaları arasında en büyük mevki olarak zikredilirdi. Osmanlı Devleti kuruluşundan itibaren iç ve dış işlerini İslami esaslara göre şekillendirmişti. Bunun sonucunda ilmiye sınıfına büyük görevler düşüyordu. İlmiye sınıfı; eğitim, yargı, fetva işlerini şekillendirip sonuca bağlayan medrese mezunu ulema sınıfından oluşurdu.
İlmiye sınıfı medreselerde yetişmekteydi. 1331’de Osmanlı Devleti’nde medrese eğitimi ilk olarak Orhan Bey zamanında yapılan Orhaniye Medresesinde başlamıştı. Dönemin ünlü müderrisleri İznik’te kurulan bu medresede eğitim vermişlerdi. Medresenin kurulduğu dönemde eğitime mümkün olduğu kadar destek veriliyordu. Anadolu’daki beyliklerden getirilen müderrisler eğitim için yeterli olmayınca; Mısır, İran gibi ülkelerden hocalar da medreseye davet edildi. Osmanlı’nın ilk müderrisi olan Davud-i Kayseri ömrünün sonuna kadar Orhaniye Medresesi’nin müderrisliğini yaptı.
İlmiye Sınıfının Üç Ana Esası Ve Görevleri
a) Tedris: Eğitim-öğretim görevi
b) Kaza: İslam hukukuna göre hüküm verme -yargı görevi
c) İfta: Yapılan işlerin şeriata uygun olup olmadığı konusunda karar verme-fetva görevi
İlmiyenin Divandaki Temsilcileri Ve Görevleri
a) Kazaasker: Kadı ve müderrislerin atamasını yapar veya görevden alırdı. I. Murat Dönemi’nde kurulmuş, Fatih Sultan Mehmet Dönemi’nde Anadolu Kazaskeri ve Rumeli Kazaskeri olmak üzere sayıları ikiye çıkmıştı.
b) Şeyhülislam: Divan’da alınan kararların İslam dinine uygun olup olmadığı konusunda fetva verirdi. II. Murat Dönemi’nde oluşturulan şeyhülislamlık makamına ilk gelen kişi Molla Fenari’ydi. Yükselme Dönemi’nde mevkisi arttı. İlmiye sınıfının başı oldu. Kanuni Sultan Süleyman Dönemi’nden itibaren divan üyesi oldu.
Devlet işlerinin görüşülüp karara bağlandığı, devletin en önemli askeri, siyasi, ekonomik ve sosyal meselelerinin görüşüldüğü, en yüksek karar ve yönetim kurulu olan Divan-ı Hümayun’da ilmiye sınıfı dışında seyfiye ve kalemiye sınıfı da mevcuttu.
Seyfiye Sınıfı
Osmanlı Devleti’nde yönetim ve askerlik görevini yerine getiren sınıf Ehli örf, ümera ve ehli seyf gibi isimler verilen bu sınıfın Divan-ı Hümayun’daki temsilcileri vezir-i azam ve vezirlerdi. Divan’ın daimi üyesi olmayan beylerbeyleri, sancak beyleri, kapıkulu askerleri, tımarlı sipahiler bu grubun içindeydi.
Seyfiye Sınıfında Yer Alan Görevliler
a) Vezir: Veziriazamlık makamı oluşmadan önce hükümdarın en büyük yardımcısıydı. Orhan Gazi Dönemi’nde bir vezir bulunmaktayken, Sultan I. Murat Han zamanından itibaren vezir sayısı artmıştı.
b) Veziriazam (Sadrazam): Osmanlı Devleti’nin kuruluş devresinde, sadrazama sadece vezir denilirdi. Devletin ilk vezirleri hep ilmiye sınıfına mensup devlet adamları arasından seçilirdi. İlk vezir Orhan Gazi devrindeki Alaaddin Paşa’ydı. Devletin ilk zamanlarında bir vezir bulunmaktayken, Sultan Birinci Murat Han zamanından itibaren vezir sayısı artınca hükümdarın vekili olan veziri, diğerlerinden ayırmak üzere “Veziriazam” veya “sadrazam” unvanı ortaya çıktı. İlk Veziriazam, Çandarlı Halil Hayreddin Paşa’ydı. Veziriazamlar hükümdarın mutlak vekili olduklarından, onun yüzük şeklindeki tuğralı mührünü taşırdı.
Kalemiye Sınıfı
Günümüzde bürokrat diye adlandırılan bu sınıfın en üst rütbelileri “nişancı” ve “defterdar”dı. Bu sınıflar, idari, adli, mali işlere bakar ve bürokrasinin en üst yetkililerini oluştururlardı.
a) Nişancı: Osmanlı devlet teşkilatında, Divan-ı Hümayun üyelerinden olup, padişah adına yazılacak fermanlara, beratlara, namelere, hükümdarın imzası demek olan tuğrayı çekmekle görevli memurdu. “Muvakki, tevkii ve tuğrai” isimleriyle de anılırdı.
b) Defterdar: Devletin gelir ve gider işleriyle uğraşırdı. I, Murat’tan itibaren Divan-ı Hümayun’a katılmaya başlamıştı.
Kuruluş Dönemi’nde Tekkeler
Osmanlı’da ilmiye sınıfından diğer sınıflara geçilebilmekteydi. Ancak seyfiye ve kalemiye sınıfından ilmiye sınıfına geçilemezdi. İlmiye sınıfı Kuruluş Dönemi’nde çok önem arz ediyordu. İlmiye ve eğitim işlerinde tekkelerin de önemli fonksiyonları bulunmaktaydı. Tekkeler, özellikle kuruluş yıllarında, şeyhler tarafından seçilen yerlerde kuruluyorlardı. Bölgelerinin insanlarına sahip çıkıyorlar, manevi yönden insanları diri tutuyorlardı. Osmanlı Devleti Anadolu’nun çeşitli yerlerinde tekke ve zaviyeler kurmuştu. Osman Bey, sık sık mürşidi Şeyh Edebali’nin zaviyesine gider, sohbetlerini dinlerdi. Oğlu Orhan Bey’de bir çok yerlerde zaviyeler yaptırmıştı. Bu durum II. Murat zamanında daha da ilerlemişti. Bu sayede Anadolu’daki halkın birliği ve terbiyesi sağlanmış, iskan meselesi de büyük ölçüde halledilmişti.
ÖĞRENELİM: Türklerde tarikat ve tarikat kuruculuğu denilince akla gelen ilk kişi, şüphesiz ki Ahmet Yesevi Hazretleri’dir. Ahmet Yesevi, yetiştirdiği müritlerini Anadolu’ya göndermiş ve bu müritler Anadolu’nun manevi mimarları olmuşlardır. Ayrıca bu müritlere Horasan erenleri adı da verilmiştir. Her mürit, Anadolu’nun çeşitli yerlerini mesken tutmuş ve bulundukları yerlerde birer tekke veya dergah inşa etmişlerdir. Yaptıkları sadece Anadolu ile sınırlı kalmamış, Balkanlarda da birçok tekke ve zaviye inşa etmişlerdir.
II. Murat Dönemi’nde Kültürel Faaliyetler
Ankara Savaşı’ndan sonra bozulan Anadolu Türk siyasi birliğini büyük oranda sağlayan Çelebi Mehmet’in vefatından sonra tahta çıkan II. Murat, Moğolların Anadolu’daki baskısını kırmak ve Türkmen beylikleri üzerinde nüfuz kazanmak için, Oğuzların Kayı boyuna mensup olduklarını vurgulamaya başlamıştı. Yazıcızade Ali’nin “Selçukname” adlı eserinde Oğuz boyu ve Kayılar ön plana çıkarılmıştı. Paralara Kayı boyunun simgesini bastıran II. Murat, Türkçeyi de ön plana çıkarmış, bu sayede Türkçe gelişme imkanı bulmuştu. Ayrıca II. Murat Dönemi’nde Yazıcızade Mehmet’in yazdığı “Muhammediye” adlı eser halk arasında büyük rağbet görmüştü. Bu eserler Anadolu’da İslamiyet’in yayılmasını ve kültür hayatının canlı tutulmasını sağlamışlardı.
KRİTİK: Yazıcızade Mehmet’in eseri “Muhammediye”‘de Allah ve peygamber sevgisi yoğun bir şekilde yazılmıştı. Divan edebiyatındaki en çok okunan eserler arasında olmakla birlikte, medreselerde ders kitabı olarak da okutulmuştu. Türkçe konuşulan her bölgede bu kitabı görmek mümkündü.
II. Murat Dönemi’nde Türkistan’dan, Arabistan’dan, Kırım’dan gelen ilim adamları Osmanlı’da ilim hayatını canlı tutmuşlardı. Aynı zamanda Hoca Bayram-ı Veli, Emir Sultan, Eşrefoğlu Rumi gibi alimler o dönemde yaşamışlar, halkın sesi ve nefesi olmuşlardı. Tüm anlatılan ve yazılanlardan yola çıkılarak II. Murat Dönemi’nde dini, edebi, ahlaki, tıbbi eserler, siyasetnameler, musiki, sözlük türü eserlerin yazıldığı, ilmi ve kültürel hayatın canlı tutulduğu o dönemin eserlerinden anlaşılmaktaydı.
ÖĞRENELİM: Sultan II. Murat, ince ruhlu ve hassas bir kimse idi. İlmi muhabbetleri sever, ulemayı himaye eder ve onlara tahsisatlar ayırırdı. Musiki, şiir ve edebiyata düşkündü. Denebilir ki şiir, onunla Osmanlı sarayına girmişti. Dönemin şairleri, onun şairliğinden bahsederlerken onun ilim ve sanata olan sevgisinden de uzun uzadıya söz ederlerdi. Haftada iki gün alim ve şairleri divanında toplayıp ilmi söyleşiler düzenleyerek ve şairlerin münazara ve münakaşalarını dinleyerek “Ehl-i kemâlin cevheri, ancak itibar ile parlayıp açılır.” derdi. Yani, alimlerin, ilim adamlarının, şairlerin hak ettiği itibarı göstermek lazım ki yollarına devam etsinler, eserler ortaya koysunlar demek isterdi.