Küresel Çevre Sorunları 11. Sınıf Coğrafya


Kategoriler: 11. Sınıf Coğrafya, Coğrafya
Cepokul

Günümüzde çevre sorunları küresel bir etki kazanmıştır. Dünyanın herhangi bir yerinde olan bir olay, artık tüm dünyayı etkileye bilmektedir. Örneğin, Atlas Okyanusu’ndaki petrol taşıyan bir tankerin petrolü denize akıtması Atlas Okyanusu’nun tüm kıyılarında kirliliğe ve canlıların ölmesine neden olabilmektedir. Bu bozulmalar biyoçeşitliliği de bozmakta ve ekosistemlerin işleyişine zarar vererek sorunun küresel olmasına neden olmaktadır.

Artık,

  • Ozon tabakasının seyrelmesi
  • Biyolojik çeşitliliğin yok olması
  • Küresel ısınma
  • İklim dengesizlikleri
  • Asit yağmurları
  • Erozyon
  • Çölleşme
  • Suların kirlenmesi

küresel boyutta değerlendirilmektedir.

Küresel Isınma ve Sera Etkisi

Yapılan araştırmalara göre iklim değişikliğinin en önemli nedeni insan faaliyetleridir. Bu konuda yapılan araştırmalarda 1906 ve 2005 yılları arasında dünyanın sıcaklığı O,74°C civarında artış göstermiştir. Bununla beraber yapılan ölçümlerde 21. yüzyıl boyunca yaklaşık 1,1°C ile 6,4°C artması beklenmektedir. Diğer taraftan deniz seviyelerinin yükselmesi ile ilgili olarak 1961-2003 yılları arasında yılda ortalama 4,8 mm arttığı görülmüştür. Bu oran 1993 ile 2003 yılları arasında değerlendirildiğinde yılda ortalama 3,1 mm arttığı anlaşılmaktadır.

Küresel Isınmaya bağlı olarak ortaya çıkan başlıca çevre sorunları şunlardır:

  • Buzulların eriyerek deniz seviyesinin yükselmesi
  • Kıyılarda toprak kaybı
  • Temiz su kaynaklarının tuzlu suya karışması
  • Yaz sıcaklarının artması
  • Orman yangınları
  • Çöl ve ırmak sularında azalma
  • Kuraklık
  • Bazı bölgelerde aşırı yağışların ve dondurucu soğukların görülmesi
  • Bu değişiklikler sonucunda bitki ve hayvan türlerinin azalması ve yok olması
  • Küresel ısınmanın en önemli etkisi, Dünya’daki sıcaklık ortalamalarının yükselmesi ve iklim değişikliklerinin yaşanmasıdır. Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Araştırmaları Merkezi’nin (NASA) verilerine göre,
  • Yirminci yüzyıl (1900-1999 yılları arası), son bin yılın en sıcak yüzyılı olmuş,
  • 1998, son bin yılın en sıcak yılı olmuş, 1900-2006 yılları arasında, en sıcak 20 yılın 19’u 1980 yılından sonra yaşanmış,
  • 1900-2006 yılları arasında en sıcak dört yıl; 1998, 2002, 2003 ve 2004 olmuş, ve son yüzyılda Dünya’daki hava sıcaklıkları her on yılda ortalama 0,2 °C artmıştır.
  • Küresel ısınmanın sonuçları; 1960’lardan bu yana küresel kar tabakası %10 azalmıştır.
  • Batı Avrupa’ya ilkbahar, 1975 yılına göre bir ile iki hafta daha erken gelmektedir.
  • Günümüzde buzulların ortalama kalınlıkları, 1980 yılına göre 6 metre daha incedir.
  • Alp Dağları’nda buzullarla kaplı alan, 1850 yılındakinin yarısından daha azdır.
  • Kuzey ve Güney Kutbu’ndaki buzullardan kopan parçaların sayısı ve büyüklükleri her geçen yıl biraz daha artmaktadır.
  • Buzullar eridikçe deniz seviyeleri de yükselmektedir. Yirminci yüzyılda, deniz seviyelerindeki yükselme 10-20 santimetre arasında olmuştur.
  • Isınan hava, daha fazla su buharı barındırdığı için Dünya’daki bazı bölgelerde yağış miktarı, seller ve fırtınalar artmıştır. Bazı bölgelerde ise kuraklık daha büyük boyutlara ulaşmıştır.
  • Göl ve ırmaklardaki tatlı su kaynakları %20 oranında azalmıştır. Tatlı su sıkıntısı şimdiden birçok ülke için ciddi bir sorun olmaya başlamıştır.
  • Kuzey Buz Denizi üzerindeki buzulların azalması ve incelmesi başta kutup ayıları olmak üzere birçok canlı türünü açlık tehlikesiyle karşı karşıya bırakmıştır.

Asit Yağmurları

Asit yağmurları, fosil yakıt atıklarının doğal su döngüsüne karışmasıyla oluşur. Kömür ve petrol gibi fosil yakıtların yakılması sonucu atmosferde kükürt ve azot içeren gazlar birikir. Bu gazlar havadaki su buharıyla birleşince bir kimyasal tepkime meydana gelir. Bu tepkime sonucunda sülfürik asit ve nitrik asit damlaları oluşur. Güneş ışığı tepkimelerin hızını artırır. Yeryüzündeki sular Güneş’in ınca, bunların bir kısmı buharlaşarak yükselir ve atmosfere karışır. Böylece yükselen nemli havadaki su buharı yoğunlaşarak yeniden sıvı durumuna geçer. Bunlar da bulutları oluşturur. Sonuçta oluşan, çok miktarda kükürt ve azot içeren bu tip yağmurlara “asit yağmurları“denir. Atmosferdeki asit, yalnızca yağmurlarla değil, kar, sis, havadaki gazlar ve tanecikler yoluyla da yeryüzüne iner. Asit yağmurları, özellikle Sanayi Devrimi’nden sonra kükürt ve azot gazlarının atmosferde hızla birikmesiyle etkisini hissettirmeye başlamıştır. İlk olarak ise 1852 yılında sanayinin beşiği olan İngiltere’de Robert Angus Smith adındaki bilim adamı asit yağmurları ile hava kirliliği arasındaki ilişkiyi fark etmiş ve sanayinin bu yağışları tetiklediğini ortaya koymuştur. Önceki düşüncenin aksine asit yağmurları sadece oluştuğu bölgeyi etkilememektedir.

Ömeğin; Çin, Doğu Avrupa, Rusya gibi bölgelerde fosil yakıtların aşırı şekilde kullanılması atmosfer hareketleri sonucunda bir çok ülkeyi etkilemektedir. Bu yağışlar, fabrika, motorlu araçlar, termik santraller gibi insan faaliyetleri sonucunda oluştuğu gibi yanardağ faaliyetleri gibi doğal olaylar sonucunda da meydana gelir.

Asit Yağmurlarının Etkileri

Asit yağmurları, tüm çevreye zarar vermekle beraber en fazla toprağı ve suyu etkilemektedir.

Asit Yağmurlarının Zararları

  • Sulara düşen asit yağmurları, sudaki asit dengesini bozar ve deniz canlılarını etkiler. Özellikle balıkların bu durumdan etkilenmesi besin zinciri yoluyla bizleri de etkilemektedir.
  • Havada bulunan sülfat solunum yoluyla alınmakta ve bronşit, astım, kanser gibi çeşitli hastalıklara neden olmaktadır.
  • Mermer gibi kalsiyum karbonat kayaçlardan yapılmış olan eserlere zarar verir.
  • Topraktaki alüminyumun çözülmesine neden olur ve ağaç köklerinin besinlerden faydalanmasını engeller.

Asit Yağmurlarının azaltmak için alınabilecek önlemler

  • Fosil kökenli enerji kaynakları yerine, yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı yaygınlaştırılmalıdır. (güneş, su, rüzgâr gibi…)
  • Yeşil alanların yüz ölçümü artırılmalı orman tahribatının önüne geçilmelidir.
  • Şehir içi ulaşımlarda özel araçların yerine toplu taşıma araçları kullanılmalıdır.
  • Sanayi tesislerinin bacalarına filtre takılmalıdır.
  • Emisyonu fazla olan araçlara sınırlandırma getirilmeli ve araçların bakımları düzenli olarak yapılmalıdır.

Ozon Seyrelmesi

Ozon tabakası, ozon gazından oluşan ve atmosferin yukarı seviyelerinde başka bir deyişle yer yüzeyinden 50-85 km yüksekte bulunan bir tabakadır. Zehirli olan bu gazın rengi yoktur. Güneşten gelen ışınların bir kısmını yansıttığı için gökyüzünün mavi görünmesini sağlar.

Ozon tabakasının seyrelme nedenleri şunlardır;

1. Kloroflorokarbon (CFC) gazları: Klor, flor ve karbon içeren bileşikler, ozon tabakasına zarar vermektedir.

2. Hidrokloroflorokarbon (HCFC) gazları: Buzdolabı, klima, sprey, deodorant gibi ürünlerde bulunan bu gazlar ozon tabakasının seyrelmesine neden olmaktadır.

3. Halonlar: Yangın söndürücü olarak kullanılan gazlardır. Yapısında halojen gazlar (Flor, klor, brom, iyot) bulunur. Bu gazlar ozon tabakasının seyrelmesine neden olmaktadır. Bu gazların atmosferde bozulmadan kalma süreleri 100 yıldır. Ozon tabakasına kadar yükselerek ozonla kimyasal reaksiyona girerek ozonun incelmesine neden olmaktadır. Bu nedenle yer yüzüne ulaşan zararlı ışınların oranı artmıştır. Bu gazların üretiminin terkedilmesi 1996 yılıdır.

Ozon tabakasının incelmesinin sonuçları

  • Gözde katarakt problemine neden olur.
  • Yoğun ultraviyole ışınlarından dolayı cilt kanserine neden olur.
  • Bitkilerde fotosentez hızını düşürür, ürünlerde azalmaya neden olur.
  • İnsanlarda bağışıklık sistemine zarar verir.
  • Bitki ve hayvanlara zarar verdiği için biyoçeşitliliği bozar.
  • Dünya üzerinde sıcaklık artışı ile beraber küresel ısınmaya neden olur.

Orman Tahribi

Günümüzün en önemli sorunlarından biri de ormanların tahribatıdır. Çünkü ormanların ekolojik, biyolojik ve ekonomik etkileri vardır. Tarım arazisi ya da yerleşim yeri açmak için yangınlarla tahrip edilen ya da ham madde elde etmek için kesilen ormanlar, hızlı bir tükenme sürecine girmiştir. Günümüz dünyasının ekonomik açıdan gelişmiş ülkeleri de bu sorunu açık bir şekilde yaşamıştır. ABD, 1850 yılında sahip olduğu orman varlığının yarıdan fazlasını yüz yıldan daha kısa bir sürede kaybetmiş ve 1950’li yıllardan itibaren hızlı bir ağaçlandırma çalışmalarına başlamıştır.

  • Günümüzde, Dünya karaları üzerindeki orman varlığı yaklaşık 9,5 milyar hektardır. 1995 yılında 26 milyon, 2000 yılında 22 milyon, 2005 yılında ise 18 milyon hektar orman insanlar tarafından yok edilmiştir. Ülkeler bazında ise Bangladeş orman varlığının %94’ünü, Liberya %87’sini, Burundi %86’sını, Hindistan ise %80’ini kaybetmiştir.
  • Orman yangınlarınin %99’nun nedeni beşeri kaynaklıdır.
  • Ormanlara yakın alanlarda kurulan termik santraller ile demir-çelik fabrikaları, ormanların büyük oranda kurumasına neden olmaktadır.
  • Orman tahribatı, ekolojik ortamı ve biyolojik çeşitliliği de olumsuz yönde etkilemektedir. Orman tahribatı sonucunda birçok hayvanın nesli, doğal ortamları tükenmiş ya da tükenmek üzeredir. Yağmur ormanlarının büyük bir hızla tahrip edildiği Endonezya’da 135 memeli hayvan türünün nesli tehdit altındadır.

Bitki ve Hayvan Türlerinin Tahribi

Kentleşme, çölleşme, yangınlar ve orman tahribatı, küresel ısınma gibi birçok küresel çevre sorunu bazı bitki ve hayvan türünü yok etmiş, bazılarının da nesillerini tehlikeye sokmuştur. İnsanlar, bitki ve hayvan türlerinin yok olmasına neden oldukları gibi bu türlerin tahribatında da başrol oynamaktadır. Yüzyıllar boyunca insanlar, haşerelerden korunmak ya da tarım alanlarını zararlı böceklerden korumak için bilinçli olarak türleri başka alanlara salıvermiş ya da bir türü farkında olmadan bir kıtadan diğerine gemilerle taşımıştır. Ait olmadığı yerde yaşamaya başlayan bu türlerin bir kısmı, yerli türlere zarar vermiş ve ekolojik dengenin bozulmasına neden olmuştur. Bu durumlara aşağıdakiler örnek olarak verilebilir.

  • 1859 yılında, Avustralya’nın Victoria eyaletinde yaşayan bir çiftçi, arkadaşlarıyla avlanmak için Avrupa’dan on çift tavşan getirdi. Bunlardan birkaçı kaçtı ve doğal avcıların nispeten az olduğu bu ortamda hızla ürediler. 1950 yılına gelindiğinde Avustralya’daki tavşan sayısı 500 milyonu geçti. Avustralya’da yaşayan birçok yerli tür ise besin kaynaklarını tavşanların tüketmesi yüzünden yok oldu.
  • Gemilere kaçak olarak binen fare ve sıçanlar, ilk kez 1609 yılında Avrupa’dan Avustralya’ya ulaştılar. Öyle hızlı çoğaldılar ki 1790 yılında Sydney’in tahıl tarla ve stoklarının neredeyse tamamını tükettiler. Fareleri yok etmek için Avustralya’ya getirilen zehirli yılan türleri ise farelerin yanı sıra Avustralya’nın nadir bulunan kemirgen türlerini de tüketmeye başladı.
  • 1889 yılında Somali’yi işgal etmek isteyen İtalyan ordusu, yanlarında yüklerini taşımak için sığırlarını da getirdi. Avrupalı olan bu sığırların bir kısmı sığır vebası virüsü taşıyordu ve bu virüs Afrika Kıtası’nda hiç bilinmiyordu. Hızla yayılan virüs, Somali ve Doğu Afrika’da yaşayan milyonlarca yabani hayvanı yok etti.
  • 1810 yılında Afrika Kıtası’nda Gine Körfezi açıklarında yer alan Saint Helena Adası’na İngilizler tarafından keçiler getirildi. Sütleri ve yünlerinden faydalanılması için adaya getirilen keçiler iki yüzyıl içerisinde adadaki 33 bitki türünden 22 tanesinin neslini tüketti.

Çarpık Kentleşme

Kentleşme de diğer birçok sorun gibi çevre sorunlarından biridir. Özellikle Sanayi Devrimi’nden sonra ortaya çıkan bir sorundur. Köylerde yaşayan insanların sanayileşme neticesinde kentlere göç etmesi, özellikle geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerde önemli çevre sorunlarına neden olmaktadır. Ormanların tahribi, verimli tarım arazileri üzerine meskenlerin ya da fabrikaların yapılması, yanlış alt yapı hizmetleri, betonlaşma neticesinde suların yer altına sızma miktarının ve yer altı su seviyesinin değişmesi ile atıkların depolanması gibi birçok sorun, şehirlerin doğal çevreye zarar vermesine neden olmuştur. Günümüzde Güney Asya, Güney Amerika ve Afrika ülkelerinin büyük kentleri, çarpık kentleşme ve bu durumun neden olduğu çevre sorunlarıyla boğuşmaktadır. Örneğin Hindistan’da Bombay, Meksika’da Mexico City, Çin’de Shangay bu kentlerdendir.

Erozyon ve Çölleşme

Verimli alanların dış kuvvetler tarafından aşındırılması ve süpürülmesi olayıdır. Erozyon doğal ve hızlandırılmış olmak üzere ikiye ayrılır. Asıl tehlikeli olan erozyon türü, insan etkisi sonucunda ortaya çıkan hızlandırılmış erozyondur. Hızlandırılmış erozyonun nedenleri; kökleri aracılığıyla toprağı bir arada tutan ve aşınmalarını yavaşlatan bitki örtüsünün tahrip edilmesi; anız yakılması; tarlaların nadasa bırakılması; otlak ve çayırlarda aşırı ve sürekli hayvan otlatılmasıdır. Böylece binlerce yılda oluşan toprak horizonları, onlarca yıl içerisinde hızla aşınır ve çıplak bir görünüm kazanır.

Dünya genelinde nemli ve yarı nemli bölgelerde akarsu erozyonu, kurak bölgelerde ise rüzgâr erozyonu etkilidir. Bitki örtüsünün çok daha hızlı ve bilinçsiz bir şekilde tüketildiği Afrika ülkelerinde erozyonun boyutu çok daha fazladır. Bu ülkelerde aniden meydana gelen şiddetli sağanak yağışlar sonucu oluşan seller yüzeydeki verimli toprağı da beraberinde sürükler. Tüm Dünya’da yılda yaklaşık 20-25 milyar ton verimli toprağın erozyonla göl, deniz ve okyanus tabanlarına taşındığı tahmin edilmektedir. Erozyonun hızla devam ettiği bölgelerde çölleşme adı verilen çevre sorunuyla karşı karşıya kalır. Çölleşme sorunu, tüm Dünya’nın gündemine Afrika’nın Sahel Bölgesi’yle oturmuştur. Sahra Çölü’nün güneyinde Senegal, Nijer, Cad, Sudan, Eritre gibi ülkelerin yer aldığı bu yarı nemli bölge, 1968-1974 yılları arasında şiddetli bir kuraklık yaşamış ve bölgenin doğal bitki örtüsü ortadan kalkmıştır. Bölgedeki milyonlarca hayvan telef olmuş ve yine milyonlarca insan bu bölgeden göç etmek zorunda kalmıştır. Yok olan bitki örtüsü ile erozyon hızlanmış ve verimli tarım topraklarının süpürülmesi sonucu bölgede çölleşme gerçekleşmiştir.


Liselere Giriş Sınavı (LGS)
15 Haziran 2025 Pazar

Temel Yeterlilik Sınavı (TYT)
14 Haziran 2025 Cumartesi

Alan Yeterlilik Sınavı (AYT)
15 Haziran 2025 Pazar