İNSANLIĞIN İLK DÖNEMLERİNDE TOPLUM
TARİH ÖNCESİ DEVİRLER
— Eski (Yontma) Taş Devri’nin büyük bir bölümü buzullar altında geçtiği için insanlar avcılık ve toplayıcılık yaparak geçinmişlerdir. Buna bağlı olarak göçebe bir hayat sürmüşler; genellikle mağaralarda ve ağaç kovuklarında yaşamışlardır. Bu avcı-toplayıcı hayat ve geçim tarzı, insan topluluklarına ilk birlikte yaşama pratiğini kazandırmıştır.
- — Yontma Taş Devri’nin sonlarına doğru buzullar erimeye başlamış ve ateş denetim altına alınmıştır.
— Konya Akşehir Dursunlu fosil yatakları, Anadolu’da insan varlığına ilişkin kalıntıların ele geçirildiği en eski buluntu yeridir.
— İstanbul Yarımburgaz Mağarası’na günümüzden 270 bin-390 bin yıl önce ilk insanların yerleştiği tespit edilmiştir.
— Antalya Karain Mağarası, Anadolu’da insana dair en eski kemik kalıntılarını barındıran yerdir.
— Yeni (Cilalı) Taş Devri’nde havaların ısınmasıyla akarsu ve göl kenarlarında yerleşim başlamış, ilk köyler kurulmuştur. Yerleşik yaşamla beraber tarım başlamış, bitki liflerinden ilk elbiseler yapılmış, hayvanlar evcilleştirilmeye başlanmış, takasa dayalı ticari faaliyetler ortaya çıkmış ve özel mülkiyet anlayışı doğmuştur. Özel mülkiyet anlayışı ve iş gücüne duyulan ihtiyaç köleliğin başlamasına neden olmuştur.
- — Göbeklitepe, Çatalhöyük ve Çayönü yerleşik hayata ve medeniyete dair bilinen en eski yerleşim yerleridir.
— Çayönü; Türkiye ve Güneydoğu Avrupa’da tarımsal üretimle ilgili en eski yerleşim yeridir.
— Çatalhöyük; insanlık tarihinin ilk şehir yerleşmesidir. Çatalhöyük, “UNESCO Dünya Mirası” listesinde yer almaktadır.
İnsanlığın bu ilk döneminde nüfus artışıyla birlikte mağaralar yerini, belli bir kısmı toprağa gömülü ve yuvarlak planlı kulübe şeklindeki barınaklara bırakmıştır. Önceleri sadece barınak olarak kullanılan bu kulübeler, zamanla yapılar topluluğuna dönüşmüştür. Bu dönemde, bir ön giriş ile gerisinde dikdörtgen bir salondan oluşan “megaron” tipi evler ortaya çıkmıştır.
Maden Devri’nde insanların, madenden aletler yapmaya başlamasıyla doğaya olan hükümranlığı artmıştır. Bu devirde gelişen toplumsal, tarımsal ve ticari faaliyetlerin sonucunda köylerin yanında kentler de ortaya çıkmıştır.
İLK ÇAĞ
— İlk Çağ’ın başlarında (Erken İlk Çağ) insan, tabiata tam hükümran bir konumda değildi. Nüfus, yaşam koşullarının uygun olduğu yerlerde yoğunlaşmıştır. Bu yerlerin genel özellikleri şunlardır: İklimi ılıman, tatlı su kaynakları bol, tarım ve hayvancılığa uygun, ticaret ve göç yolları üzerinde olan yerlerdir.
— Maden Devri’nde başlayan şehirleşme İlk Çağ’da gelişmiştir. Genellikle mabetlerin etrafında oluşan şehirleşme sonucu şehir devletleri ortaya çıkmıştır.
— Çağın genelinde sınıflı toplum yapısı yaygındır. Toplum genellikle soylular, din adamları, tüccarlar ve sanatkarlar, köylüler ve köleler olmak üzere sınıflara ayrılmıştır. Sınıflı toplum yapısının zaman içinde derinleşmesinde tarım ekonomisinde istihdam edilen farklı emek türleri (hür köylü, toprağa bağlı köylü, serf ve köle emeği) ile iktidar mücadeleleri etkili olmuştur.
— Tarım ve ticaretle uğraşanlar yerleşik bir yaşam sürerken, hayvancılıkla uğraşanlar genellikle konar-göçer bir yaşam sürmüşlerdir. Konar-göçer ve yerleşik hayat tarzları Erken İlk Çağ’dan itibaren birbirlerini tamamlayan ve coğrafi şartlara bağlı olarak ortaya çıkan hayat tarzlarıdır.
— İlk Çağ’da insan toplulukları; geçim imkânını kaybetme, iklim değişikliği, politik değişiklikler, dini baskılar vb. sebeplerle kitlesel göçler yaşamışlardır. Bu önemli göç hareketlerine; Kavimler Göçü, Ege Göçleri, İç Asya’dan göçler, Filistin’den Yahudi sürgünleri, ilk Hıristiyanların Roma baskısından kaçmaları örnek olarak gösterilebilir.
GÖÇ VE GÖÇ OLGUSU
Tarihi etkileyen; belli alanlarda ileri veya geri kalışlara sebebiyet veren, belli alanlarda ise toplumdan topluma farklı özelliklere yol açan çok temel olgulara tarihî amiller(etkenler) denir. Din, coğrafya ve göçler insanlık tarihinde en etkili amillerinin başında gelir. Bunlar tarihin yapıcı faktörleri arasında olup tarih boyunca dünyanın demografik/toplumsal yapısını oluşturan en belirgin etkendir. Kadim Dünya’da göçler, demografik yapının dolayısıyla da bugünkü milletlerin oluşumunu derinden etkilemişlerdir. Devletlerin, dinlerin ve kültürlerin ortaya çıkması ve yayılması da büyük ölçüde göçlerden etkilenmiştir. Tarihte etkili olan pek çok amilin de ya sebebi ya da sonucu olmuşlardır.
Göçlerin; siyasi, askeri, ekonomik, dini, coğrafi ve sosyal sebepleri olabilirler. Göçlerde bir toplum bir yerden başka yere taşınırken, dinlerini ve kültürlerini de taşır. Böylece yeni bir coğrafya ve yeni bir toplumu etkilemiş olur. Göçlerde bir yörenin halkı ile başka bir yöre halkı arasında akrabalık kurulabildiği gibi dini veya fikri yakınlık da oluşur.
Göç kategorisine giren olaylar farklı mahiyet ve adlandırma ile bilinirler. Tanım olarak bir kişi, grup veya topluca bir halkın daimi veya geçici olarak yer değiştirmesine göç diyoruz. Hicret ve muhaceret olarak da adlandırılabilirler. Bunun yanında tehcir, sürgün, mecburi iskân, sığınma, istila ve işgal gibi olgular da göç çerçevesinde değerlendirilmelidir. Çünkü bunların bazıları doğrudan göç sayılmamakla beraber ya sebep ya da sonuç olarak göçleri tetiklemişlerdir. Hatta bazen bir kitlesel göç hareketi başka halkların göçüne veya sürülmesine sebep olmuştur. Kavimler Göçü denen ve bugünkü Avrupa beşeri coğrafyasını oluşturan olay, Avrupa’nın eski sakinlerinin neredeyse hepsinin yer değiştirmesine yol açmıştır. Hatta bu olay, kıtanın
nüfus yoğunluğunu aşırı artırdığından, dolaylı da olsa, ileriki yıllarda Amerika’ya Avrupalı göçüne de yol açmıştır. Görülüyor ki göçler yüzyıllar sonra bile başka göçlerin sebebi olabiliyor.
Ana hatlarıyla dünyanın göç geçmişi şöyle sınıflandırabilir:
Mısır: Eski Mısır medeniyetini doğuran potansiyel güç, göçlerle Nil deltası ve vadisinin iskânı sayesinde olmuştur. Göçler, firavunların saltanat sürmelerine hizmet edecek ve o devasa piramitleri inşa edecek zenginliği oluşturmuştur. Daha sonraki dönemde İran, Yunanistan-Makedonya ve Roma üzerinden gelen istilacılar, bu medeniyeti ortadan kaldırmıştır. Ama sürekli göç alan ve insan kaynaklarını güçlendiren Mısır, Kadim Dünya’nın en istikrarlı medeniyetine sahne olmuş ve 3000 yıl kesintisiz yaşayabilmiş, sonu da yine göçlerden etkilenerek gelmiştir.
Mezopotamya: Bu bölgede göçten etkilenme Mısır’a göre daha belirgindir. En eski sakinleri Samiler olup Arabistan yarımadasından kuzeye doğru gelmiş ve iki nehir arası verimli ovayı iskâna başlamışlardır. Bunlardan sonra Sümerler gelmişlerdir ki Orta Asya kökenli oldukları düşünülmektedir. Eş zamanlı olarak İran ve Afganistan yörelerinin kurak çöllerinden de insanlar, bu verimli coğrafyaya sürekli göç etmişlerdir. Sümerlerden sonra Sami göçü bölgeye devam etmiş, böylelikle Orta Doğu’nun nüfus yapısı oluşmuştur. Bu göçlerin kazandırdığı nüfus; Babil’e, asma bahçelerini ve kulesini inşa edecek zenginliği kazandırmıştır.
Anadolu: Deniz Kavimleri göçleri ve bilinmeyen erken dönem göçleri ile iskâna açılmış; Ege ve Yunan Göçleri ve Türk (Oğuz) göçleri ile nüfus yapısı oluşmuştur. En nihayet Osmanlı’nın son ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında göç, sürgün, mübadele ve tehcirlerle bugünkü yapısına kavuşmuştur. Anadolu, adeta göçen kavimlerin menzil yeri gibidir.
Hindistan: Göç, istila, işgal ve benzeri halk hareketlerini en yoğun yaşayan bölgelerden biridir. Adeta dünya nüfus coğrafyasını oluşturan kaynak nüfus havzası durumundadır. Eski Hind dilleri, batı dillerini bile etkilemiştir. Bugün Hind-Avrupa dilleri denirken bu göç gerçeği kastedilmektedir.
Çin: Daima ve çok miktarda göç alan bir coğrafyadır. İçine çektiği halkları asimile ederek bugünkü devasa nüfus yapısına ulaşmıştır. Bugünkü Çin, göçlerin yarattığı bir devdir. Orta Asya’dan, Tibet’ten, Moğolistan ve Sibirya’dan göç aldığı gibi Çin Hindi bölgesindeki insanları da cezbetmiştir.
Orta Asya: En çok göç veren coğrafyaların başında gelir. Bozkırlar, tarih yapan göç, istila ve işgallerin mekânıdır. Orta Asya kendi içinde de devamlı göçlere sahne olan bir yerdir. Türkçede yazlak, yaylak, güzlek ve kışlak kelimeleri dört mevsimde dört ayrı yere göç edildiğini göstermektedir.
Avrupa: Hem göç alan, hem de göç veren bir kıtadır. Aryanik göçlerle başlayan kıtanın göç tarihi, Kavimler Göçü ve Yeni Dünya’ya yapılan kolonizasyon amaçlı göçlerle devam etmiş; günümüzde de iş bulma veya sığınma amaçlı göçlerin hedef kıtasıdır. Avrupa nüfus yapısı büyük ölçüde Asya’dan, kısmen de Afrika’dan beslenmiştir.
Amerika: Önce Ural Altaylıların Bering Boğazı üzerinden göçüne, sonra Avrupalıların kolonize göçlerine sahne olmuştur. Daha sonraki dönemlerde ise Afrikalıların sürgün ve mecburi iskanına ve nihayet Asyalıların iş bulma amaçlı göçlerine sahne olmuş bir kıtadır. Demografik yapısı son 500 yılda eski yerlilerinin soykırıma uğratılıp yeni göçlerle iskân edilmesi ile oluşmuş bir “yeni dünya”dır. Diğer bir ifadeyle Amerika, göçlerin şekil verdiği bir kıta ve bir siyasi coğrafyadır.
Afrika: Göç ve sürgünlerle nüfus kaybeden ve Amerika’nın siyahî kesimini oluşturan ana kıtadır. 2000 yıl boyunca insanları köle olarak kıta dışına sürülmüş ve satılmıştır. Bu yönüyle insanlığın en mazlum kıtasıdır.
Okyanusya: Kaderi Amerika’ya benzeyen bu adalar kıtası, beyaz göçlerle iskân edildikten sonra yerlileri büyük ölçüde asimilasyon ve soykırım yoluyla yok edilmiştir. Bu insanlar bugün kendi kıtalarında azınlık ve kültürlerini muhafaza edemeyen insanlar durumuna düşmüşlerdir.
İlk Çağ’da dünyanın etnik, sosyal ve kültürel yapısını derinden etkileyen göçler şunlardır: Ege Göçleri (Deniz Kavimleri Hareketi), Amurru (Babil) Göçleri, Akad Göçü, Hurri Göçleri, Frig Göçleri, İç Asya Göçleri (Orta Asya’dan yaşanan Türk göçleri), Dini Göçler(Filistin bölgesindeki Yahudi sürgünleri ile ilk Hristiyanların Roma baskısından kaçmaları)
— Bu göçlerden en çok etkilenen bölgeler; Mezopotamya, Anadolu ve Balkanlardır.