“Garip Şiiri”, daha sonra “Birinci Yeni” ve “Yeni Şiir” olarak adlandırılmıştır.
1941 yılında Orhan Veli, Oktay Rıfat, Melih Cevdet ‘garipsenmesini’ istedikleri “Garip” adlı ortak bir kitap yayımlamışlar.
Kapağında Orhan Veli’nin, içinde ise üç Garipçinin isimlerini gösteren “Garip” adlı kitap, büyük boyda, kaba bir kâğıda basılmış olup 60 sayfa içinde, Melih Cevdet’in 16, Oktay Rifat’ın 21, Orhan Veli’nin 25 şiirini içermektedir.
Kitaplarına seçtikleri isim ve “Bu kitap, sizi alışılmış şeylerden şüpheye davet edecektir.” cümlesi, gelenekten ve yerleşik şiirden kopuşlarını ifade eder.
Şiirle ilgili görüşlerini Orhan Veli’nin “Garip” adlı kitaplarına yazdığı ön sözde açıklamışlardır.
Kitabın ön sözü Orhan Veli’ye aittir ancak ortak kitabın ortak görüşü olduğundan imzasız olarak yayımlanmıştır.
Edebiyat eleştirmenlerinin değişik yorumlarına uğrayan Garip akımını Nurullah Ataç ve Sabahattin Eyüboğlu desteklemiş, Ahmet Hamdi şiirden uzaklaşma saymıştır.
Orhan Veli neslinin, “Atatürk devrinde yetişen ve edebiyat sahasına atılan son nesil” olduğunu ifade eden araştırmacılar da vardır.
Asım Bezirci, olaya politik bir açıdan yaklaşarak Garip şiirini İnönü Diktası’nın şiiri”, hatta “resmî şiir” olarak gören Attila İlhan’a paralel bir tavır sergilemiştir.
Görüşleri ve Özellikleri
“Mısracı zihniyete” karşı oldukları için ölçü ve uyağı reddetmişlerdir.
İlk çağlarda “ikinci dizenin daha kolay hatırlanması için bir araç” olarak kullanıldığına inandıkları ölçü ve uyağı şiirden dışlarlar.
Onlara göre, şiirde ahenk ölçü ve uyak dışında aranmalıdır.
“Şiir öyle bir bütündür ki bütünlüğünün farkında bile olunmaz.”
Hece ölçüsünü de aruz ölçüsünü de gereksiz bulmuşlar, serbest şiir anlayışını benimsemişlerdir.
Şiirde “tarihinin aç gözünü doyurmuş olan edebi sanatlara” artık gerek olmadığını savunmuşlardır.
Onlara göre her türlü söz ve anlam sanatı bırakılmalıdır.
Bütün söz oyunlarının karşısında durmuşlardır.
Teşbih ve istiareden, tabiatı zekâ ile değiştirdiği ve bozduğu için uzak kalmışlardır.
Garip dönemi şiirlerinde, “gibi” kelimesini kullanmamışlardır.
Orhan Veli’nin “Kitabe-i Seng-i Mezar” şiiri sanatlı söyleyişin dışlandığı önemli şiirlerindendir.
”Hiçbir şeyden çekmedi dünyada
Nasırdan çektiği kadar,
Hatta çirkin yaratıldığından bile
0 kadar müteessir değildi.
Ayakkabısı vurmadığı zamanlarda
Anmazdı ama Allah’ın adını
Günahkâr da sayılmazdı
Yazık oldu Süleyman Efendi’ye”
“Şiir halka seslenmelidir” anlayışıyla sokağı ve günlük yaşamdaki her şeyi şiire aktardılar.
Garip’in ön sözü “Şiir yani söz söyleme sanatı” diye başlar.
Şiir için ayrı, özel bir şiir dilini reddederler.
Halkın kullandığı dilin şiir dili için en verimli kaynak olduğunu savunmuşlardır.
Şiirin günlük konuşma dilinin alelade sözcükleriyle yazılması gerektiğini savunmuşlardır.
Onlara göre, şiir dilinde şairanelikten kaçınılarak dildeki her kelimeye yer verilmelidir.
Şiirde günlük hayattaki “ayakkabı, nasır, salata, kundura” gibi sıradan sözcükleri kullanmışlardır.
”Deli eder insanı bu dünya,
Bu gece, bu yıldızlar, bu koku
Bu tepeden tırnağa çiçek açmış ağaç. ”
“Basitlik, sadelik ve aleladelik” ilkesini benimsemişlerdir.
Eskiye ait her şeyin karşısında durmuşlardır.
Onlara göre, şiir bütün geleneklerden uzaklaşmalıdır.
Ahmet Haşim’in kişiliğinde eski şiiri yermişler ve eski şiirle dalga geçmişlerdir. “Parodi”ye başvurmuşlardır.
“Canan ki Degüstayon’a gelmez
Balıkpazarı’na hiç gelmez” (O. Veli)
“Canan ki gündüzleri gelmez
Akşam görünür havz üzerinde” (A. Haşim)
“Bir de rakı şişesinde balık olsam ” (O. Veli)
“Bu dem göllerde bir kamış olsam” (A. Haşim)
Şiirde anlaşılmazlık dışlanmış ve anlam, şiirin en önemli niteliği olarak öne çıkarılmıştır.
Anlam düz ve dolaysız olmalı, fikirle karıştırılarak aynı şeyler sanılmamalıdır.
“Şiir, bir bütün hususiyeti edasında olan bir söz sanatıdır ve her şeyden önce manadan ibarettir.
Kişiler dünyasını sıradan insanlar veya küçük insan tipi oluşturur.
Garip Şiiri veya Birinci Yeni şiirinde A. Beton’un “devrimci bir akım olduğu için Marksizm’in yanında hatta üstünde gördüğü” gerçeküstücülük (sürrealizm) akımının etkileri vardır.
Dadaizm akımından da etkilenmişler, hatta dadaizmin “kuralsızlığı kural edinmek” anlayışı Garipçilerin sanat anlayışını özetler.
Şiirin müzik, resim gibi sanatlarla ilişkisine karşı çıkmışlardır.
Özellikle Ahmet Haşim ve Yahya Kemal’in şiirlerinde yer alan musiki-şiir ilişkisini dışlamışlardır.
Şiirlerinde ironiye (istihza-alay) yer vererek toplumsal eleştiri yapmışlardır.
“Neler yapmadık şu vatan için
Kimimiz öldük,
Kimimiz nutuk söyledik”
Nükte ve tekerlemelere yer vermişler, tekerleme tarzını şiirlerinin dokusuna sindirmişlerdir.
”Ağaca bir taş attım
Düşmedi taşım
Düşmedi taşım
Taşımı ağaç yedi
Taşımı isterim
Taşımı isterim. ”
“Şiir duyguya değil, akla seslenmelidir.” görüşünü benimsediler.
Siyaset dışı kalmışlar, onlara göre şiir dinî öğreti ve ideoloji emrinde veya bunları aşılamakta bir araç olarak kullanılmamalıdır.
Söylev havasından uzaklaşmışlardır.
Doğa betimlemelerine başvurmuşlardır.
Şiirde çocukluk ve ona dönüş arzusu belirgindir.
“Yaşama sevinci”ni dile getirmişlerdir.”
Şiirde parça ve mısra güzelliğinden daha çok bütün güzelliğinin önemsenmesi gerektiğini savunmuşlardır.
Şiirde yapıya büyük önem verilir.
Şiirde şekil şiirin bizzat kendisidir görüşünü savunmuşlardır.
Garipçiler şiirlerinde toplumun orta ve alt katmanlarında yer alan ekonomik açıdan ve zevk bakımından geri kalmış insanların yaşayışı, aşk, İkinci Dünya Savaşı, çocukluk, yaşama sevinci, ölüm, öte duygusu, doğa, hayvan-insan ilişkileri, sosyal eleştiri, karamsarlık, hüzün, kır hayatı, deniz, İstanbul, sosyal hayat ve yalnızlık konularını işlemişlerdir.