EGZİSTANSİYALİZM (VAROLUŞÇULUK)
Varoluşçuluk, 19. yüzyılın ikinci yarısında başlamış, ancak 1930’lu yıllarda yaygınlaşmıştır. II. Dünya Savaşı’nın sonlarında Almanya ve Fransa’da yeşermiş ve bütün Avrupa’ya yayılmıştır.
Felsefi özünü Jean Paul Sartre kazandırmıştır. “Varoluşçuluk” adlı eserinde akımın ilkelerini ortaya koymuştur. Sartre, natüralizmin bilimsel kaderciliğini reddettiği gibi Batılı romantiklerin savunduğu, insanı tanrılaştırılan duygusal yaklaşımların karşısındadır. Varoluşçuluk akılcı bir felsefedir. Sartre, insanı bir bütün olarak görmüştür.
Hristiyan varoluşçuluğun kurucusu Seren Kierkegaard’dır.
Fransızca ‘exister’ (var olmak) sözcüğünden gelir. Varoluşçuluk, daha çok felsefede etkili olmuş bir akımdır.
Varoluşçuluk, Weil’e göre bir “bunalım”, Mounier’e göre “umutsuzluk”, Hamelin’e göre “bunaltı”, Wahl’a göre “başkaldırış”, Marcel’e göre “özgürlük, Foulquie’ye göre “saçmalık” felsefesidir.
Edebiyatla felsefeyi yakınlaştıran bir akımdır.
Varoluşçuluğun merkezinde insan ve insanın varoluş problemi vardır. Varoluşçuluğa göre, var olma, öz’den önce gelir. İnsan önce dünyaya gelir, yani var olur; sonra özü ortaya çıkar. İnsan ‘hiçbir şey’dir. Önceden ne olduğu belirlenemez. İnsan, ancak var olduktan sonra kendisini tanımlayacak ve biçimlendirecektir.
Varoluşçuluk, karamsarlık ve ı“bunalım” edebiyatıdır. Yazar, varoluş sürecindeki insanın “bunaltı”sını anlatır.
Savaş yıllarının yarattığı ortamdan beslenen varoluşçu yazarlar “yabancılaşma , umutsuzluk”, “yalnızlık”, “saçma” kavramlarını işlemişlerdir.
Varoluşçulukta “seçme” önemlidir; insan kendini ve hayatını seçimlerine bağlı olarak şekillendirecektir. İnsan kendisinden sorumludur.
Varoluşçulara göre, sanatçı kendisini toplumdan soyutlayarak fildişi kulesine çekilemez, hatta sanatçı siyasete bile katılmalı, karışmalıdır. Yazar, toplumu yönlendirmelidir.
İnsan “özgür” olmaya mecburdur. Özgür insan kendisine olduğu kadar çağına ve toplumuna karşı da sorumludur.
Roman ve hikâyelerde, olay, olayda merak ögesini öne çıkaran entrika en aza indirgenmiş ve önemsizleştirilmiştir.
Edebiyatta üsluba aşırı önem verilmesine; parlak, göz kamaştırıcı sözlere karşıdırlar.
Temsilciler
Batı edebiyatında varoluşçular: Varoluşçuluğun en önemli temsilcisi ve kuramcısı Jean—Paul Sartre’dır. Varoluşçular kendi içinde ikiye ayrılır:
a) Dinci (Hristiyan) Varoluşçular: Danimarkalı Soren Kierkegard, İsviçreli Karl Barth, Landsberg, Maurice Blondel, Max Scheler, Karl Jaspers, Henry Bergson, Charles Peguy, Gabriel Marcel, Le Senne, Unamuno…
Allah’ı inkâr etmeyen, dine bağlı varoluşçu bir felsefe ortaya koymuşlardır.
b) Dinci Olmayan (Tanntanımaz / Ateist) Varoluşçular: Friedrich Nietzsche, Martin Heidegger, Jean-Paul Sartre, Albert Camus, Simone de Beauvoir… Tanrıya inanmadıkları gibi geçmişe, geleceğe ve tarihe de inanmazlar.
Türk edebiyatında varoluşçuluk: Demir Özlü “Bunaltı” ve “Soluma” adlı hikâye kitaplarını varoluşçuluğun etkisiyle kaleme almıştır. Ferit Edgü’nün bazı hikâyeleri varoluşçu nitelikler taşır. Orhan Duru, Bilge Karasu, Adnan Özyalçıner, Leyla Erbil”de ise parça parça varoluşçuluğun izleri vardır. Ahmet Oktay, Edip Cansever, Turgut Uyar varoluşçu olmadığı halde şiirlerinde yalnızlık, bunalım, bunaltı, yabancılaşma gibi varoluşçuluğa özgü temaları işlemişlerdir.