Hume, Locke’un empirizmini şüpheciliğe kadar götürür. Düşüncelerimizin, tasavvurlarımızın kaynağının ne olduğu sorusuna verdiği yanıtla Locke’un tasavvurların kaynağı olarak gösterdiği iç ve dış deney düşüncesini reddeder. Hume, bütün tasavvurlarımızı ikiye ayırır:
a- İzlenimler
b- Düşünceler (tasavvurlar)
İzlenimler denince işitirken, görürken, sever ya da nefret ederken duyduğumuz canlı İzlenimleri, duyumları kasteder. Düşünceler deyince ise bu canlı izlenimlerin ve duyumların canlılığını kaybetmiş kopyalarını, yani hatırlama ve hayal gücü tasavvurlarını anlar. O halde, bütün tasavvurlarımız izlenimlere dayanır.
Hume, bilimin en temel ilkesi olan nedensellik ilkesine de eleştiri getirir. Hume’a göre, bizde bir nedensellik tasavvuru var ama bu tasavvuru kendisine geri götürebileceğimiz bir nedensellik izlenimi yoktur. O halde nasıl oluyor da bizde böyle bir tasavvur meydana geliyor? Olaylara baktığımız zaman gördüğümüz sadece bir A olayını B olayının izlemesidir. Bu A olayını B olayının izlemesi pek çok kere tekrarlanır ve bizde bir alışkanlık duygusu oluşur. Ne zaman bir A olayı görsek, burada hemen B olayını hatırlarız. Çünkü A ve B olayları arasında bizde bir çağrışım meydana gelmiştir. O halde nedensellik, bir çağrışım ilgisidir, subjektif ilgidir. Yani biz A olayını B olayının izlediğine inanabiliriz. Ama A olayı ile B olayı arasında bir nedensellik yoktur.
Hume, bu nedensellik ilkesine yaptığı eleştiri ile Kant’ı önemli ölçüde etkilemiş ve Kant’ın deyimiyle onu dogmatik uykusundan uyandırmıştır.