Batı Edebiyatı Sanat (Edebi) Akımları Ayt
BATI EDEBİYATI SANAT AKIMLARI
Sanatta görüş, duyuş, anlayış bakımından yenilikler ortaya koyan, farklılık gösteren harekete sanat akımı denir. Bir başka deyişle akım, belli bir tarihsel süreçte aynı sanat anlayışına sahip sanatçıların oluşturduğu topluluktur. Hemen her sanat akımı ortaya çıktığı dönemden itibaren belli bir süre edebiyat ortamında kendine yer edinmiş, bu akımın temsilcileri ortaya koyduğu yapıtlarla toplumda yankı uyandırmışlardır. Sanat akımları, yepyeni bir düşünce ortaya atarak toplumların günlük yaşamında, özellikle de kültürel yaşamında önemli değişiklikler meydana getirmiştir. Sanat akımlarının çoğu, varlıklarını kendinden önceki akımın varlığına borçludur çünkü birçok sanat akımı, kendinden önceki sanat akımına tepki olarak ortaya çıkmıştır.
Sanat ve düşünce akımları, çağın felsefi düşüncelerinden etkilenerek ortaya çıkmıştır. Edebî eserler, bu akımların özelliklerini yansıtırken felsefe — edebiyat ilişkisinin açığa çıktığı gözden kaçırılmamalıdır.
1. HÜMANİZM
- İnsanları kardeş sayan; dil, din, ırk farkı gözetmeden herkesi kucaklayan anlayışa hümanizm denir.
- Kilise ve devlet baskısına karşı özgür düşüncenin tepkisi olarak ortaya çıkmış olan hümanizmin Rönesans’ın temeli olduğu söylenebilir.
- Rönesans (Aydınlanma) Dönemi’nde klasik Yunan—Latin edebiyatlarına hayranlık duyan aydınlar, o dönemin eserlerini inceleme eğilimine girmişlerdir. Bu eserlerin incelenmesi de hümanizmi doğurmuştur. Bu dönemde yeni eser vermekten çok, eski eserler incelenip tanıtılmıştır.
- Hümanizm, önce İtalya’da, sonra Fransa’da, daha sonra da tüm Avrupa’da tanınmış ve kabul görmüştür.
- Hümanistler Batı uygarlığına dil ve edebiyat alanında öncülük etmişlerdir.
- Hümanistler, üslup ve biçime çok önem vermişler; antik dönemlerin dünya görüşüne, konularına öykünmüşlerdir.
TEMSİLCİLERİ
- İtalyan sanatçılar Dante, Petrarca, ve Boccacio hümanizmin önemli temsilcileridir.
- “Herşeyin ölçüsü insandır” anlayışı vardır.
- Epikür, Zenon Epictete, Seneca ve Perikles de bu akımın temsiIcilerindendir.
2. KLASİSİZM
- 17. yüzyılda Fransa’da ortaya çıkan bir edebiyat akımıdır. Bu edebiyat akımı daha çok şiir ve tiyatroda etkisini göstermiştir.
- Fransa’nın 17.yüzyıldaki siyasi, ekonomik ve kültürel yapısıyla rasyonalizm (akılcılık) felsefesi, klasisizmin doğuşunda etkili olmuştur.
- Rönesans Dönemi’nde Descartes, aklın üstünlüğünün kabul edilmesi; aşk, kin, nefret gibi tutkuların akıl yoluyla kontrol altına alınması gerektiğini savunarak rasyonalizm görüşünü desteklemiştir.
- Klasisizmin kurucusu olarak kabul edilen Boileau “Aklı seviniz, yapıtlarınız değerini akıldan alsın” sözüyle klasisizmin felsefesini ortaya koymuştur.
- Rönesans’ın ilanıyla birlikte Avrupa’da günlük yaşamda ve sanatla kültür alanında önemli gelişmeler yaşanmış, kilisenin dinî baskısı, sanatın ve sanatçıların üzerinden kalkmaya başlamıştır. Soylu tabaka saraya bağlanmayı kabul eder. Böylece siyasi alanda bir düzen oluşur.
- Bu değişimler edebiyata da yansır. Edebiyat alanında da bir düzen oluşturulur. Bu düzeni kurmak üzere Fransız Akademisi faaliyete geçirilir.
- Klasisizmin temel öğeleri soyluluk, akılcılık, uyum, açıklık, sınırlılık, evrensellik, idealizm, denge, ölçülülük, güzellik, görkemliliktir. Yani bir eserin klasik sayılabilmesi için bu özellikleri barındırması gerekmektedir. Temelini aristokrasiden alan bir akımdır.
Klasisizmin özellikleri
- Eski Yunan ve Latin edebiyatlarını örnek almışlardır.
- Konularını genellikle tarihten, Eski Yunan ve Latin Mitolojisi’nden almışlardır.
- “Sanat, sanat içindir” anlayışı benimsenmiştir.
- Bu akımda akıl ve sağduyu en önemli ölçüttür.
- Akıl yoluyla gerçeğin ve insan doğasının incelenmesine önem verilmiştir.
- Kullanılan dil, seçkinlerin kullandığı ulusal dildir. Kaba sözlere yer verilmez.
- Cümleler gramer yönünden kusursuz, anlatım açık ve süssüzdür.
- Anlatımda ve şekilde kusursuzluk önemlidir. Bu, konudan daha önemlidir.
- Ahlaki bir amaç güdülmüş,“erdem”ve““ahlak” a çok önem verilmiştir.
- Az sözle çok şey anlatmak hedeflenmiştir.
- Sanatçılar eserlerinde kişiliklerini gizlemişlerdir.
- Ana türler “trajedi” ve “komedi”dir. Fabl, roman, şiir, felsefi deneme… alanında da eserler verilmiştir.
TEMSİLCİLERİ
- Şiir: Boileau
- Fabl: La Fontaine
- Trajedi: Racine, Corneille
- Komedi: Moliere
- Portre: La Bruyere
- Roman: Fenelon, Madame de La Fayette
- Felsefe: Descartes
- Düşünür: Pascal
Klasisizmin Türk Edebiyatındaki Temsilcileri:
Tiyatro: İbrahim Şinasi, Ahmet Vefik Paşa, Ali Bey
3. ROMANTİZM (COŞUMCULUK)
Klasisizme tepki olarak doğmuş, klasisizmin katı kurallarına son vermiştir. Oluşumunda 1789’da gerçekleşen Fransız İhtilali’nin etkisi vardır. Bu ihtilal toplumsal alanda pek çok şeyi değiştirmiştir. Toplumsal alandaki değişimler felsefe, sanat gibi alanlarda da değişimin önünü açmıştır.
Romantizmin Özellikleri
- Klasik edebiyatın kuralları ortadan kaldırılmış, edebiyat ortamına tam bir özgürlük gelmiştir.
- Yunan ve Latin edebiyatlarının yerine çağdaş edebiyatlar örnek alınmış; eserlerde günlük hayat, toplumsal sorunlar, millî tarih, Hristiyan mucizeleri gibi konular üzerinde durulmuştur.
- Duygu ve coşku önem kazanmıştır. Klasik edebiyatta yer almayan lirik şiir yeniden dirilmiştir.
- “Toplum için sanat” anlayışı benimsenmiştir. Bu nedenle eserlerde kişiler yaşadıkları sosyal çevre içinde ele alınmış, bireyin değil toplumun düzeltilmesi amaçlanmıştır.
- Sanatçılar eserlerinde iyi—kötü, güzel—çirkin gibi karşıtlıkları ele almış; iyiden, güzelden, adilden yana tavır koymuşlardır.
- Romantik sanatçılar eserlerinde tarafsız olmamış, kişiliklerini yansıtmışlardır. Olaylarla ve kişilerle ilgili görüşlerini ortaya koymuşlardır.
- Olayların anlatımında tesadüflere ve olağanüstülüklere çokça yer verilmiştir.
- Romantik eserlerde anlatım kapalıdır. Savruk bir dil kullanan sanatçılar genel olarak şairane bir üslup benimserler.
- Doğaya önem verilmiş; “doğa betimlemeleri yapılmıştır.
- Klasisizmde olduğu gibi yalnızca “seçkin, örnek kişiler” değil, toplumun her tabakasındaki insandan söz edilmiştir.
- Romantizmde roman ve hikâye, dram, anı, gezi, lirik şiir, eleştiri, makale gibi türler ön plana çıkmıştır.
- Romantizmin kurallarını Fransız yazar Victor Hugo belirlemiş, bunları Cromwell adlı eserinin ön sözünde belirtmiştir.
TEMSİLCİLERİ
- Victor Hugo (şiir, tiyatro, roman)
- J.J. Rousseau (felsefe, toplumbilim)
- W. Goethe (şiir, tiyatro, roman)
- Voltaire (felsefe, roman, şiir)
- Lamartine (şiir, roman)
- Puşkin (şiir, roman)
- Schiller (şiir, tiyatro)
- Chateaubriand (şiir)
- Alfred de Musset (hikâye, roman)
- Alexandre Dumas (roman)
- George Sand (roman, hikâye)
Romantizmin Türk Edebiyatındaki Temsilcileri:
- Namık Kemal (şiir, roman ve tiyatro)
- Ahmet Mithat (roman, hikâye)
- Recaizade Mahmut Ekrem (şiir)
- Abdülhak Hamit Tarhan (şiir, tiyatro)
- Şemsettin Sami (roman)
4. REALİZM (GERÇEKÇİLİK)
19. yüzyılda bilimsel çalışmalar hız kazanmıştır. August Comte’un pozitivizm (olguculuk) felsefesi, edebiyatta realizmin doğmasında etkili olmuştur. Pozitivizm; doğadaki olayları metafizik düşünceler yerine bilimsel gözlem ve deneylerle açıklamaya çalışan neden— sonuç ilkesine önem veren bir felsefe akımıdır. Olayları gözleyerek onları yöneten yasaları bulma yöntemi toplumsal olaylara, bu arada edebiyata da uygulanmış, böylece realizm doğmuştur.
Realizmin özellikleri
- Realizm, romantizme bir tepki olarak doğmuştur.
- Realizmde, romantizmde olduğu gibi duygu ve hayaller değil gözlem ön plandadır.
- Realist yazarların çoğu anket yöntemiyle bilgi toplamış, gözlemlerini günlük olarak kaydetmiş, daha sonra bunları eserlerinde malzeme olarak kullanmışlardır.
- “Sanat için sanat” anlayışı benimsenmiştir.
- Realizmde gerçekler ön plandadır. Sanatçılar, yaşamın gerçeklerini dile getirirken, eserlerine kişiliklerini katmamış; gözlem, araştırma ve belgelere dayanarak yaşananı nesnel bir biçimde aktarmayı amaçlamışlardır.
- Realist sanatçılar eserlerinde tesadüflere yer vermemiş, bir fotoğraftarafsızlığıyla olayları yansıtmışlardır.
- Sanatçılar eserlerinde insanı yaşadığı çevre içinde ele almış, çevre betimlemelerini kahramanların psikolojilerini yansıtmak amacıyla kullanmışlardır.
- Biçim güzelliğine önem verilmiş; dilde ve anlatımda süsten kaçınılmıştır.
- Realizmde en fazla gelişen iki tür roman ve öyküdür.
5. NATURALİZM (DOĞALCILIK)
19. yüzyılın ikinci yarısında kapitalist ekonominin etkinlik kazanmasıyla sınıflar arası uçurumlar büyümüştür, halk daha çok sıkıntı yaşamaya başlamıştır. Bu durum edebiyata da yansımıştır.
Deneysel bilimlerde uygulanan yöntemler sosyal bilimler için de kullanılmış, insanın biyolojik ve psikolojik yapısının belli etkenlere bağlı olarak ortaya çıktığı savunulmuştur. Bu akımda deney önemlidir.
Doğa olaylarında aynı koşullarda aynı nedenlerin aynı sonuçları doğurması fikri natüralizmin temelini oluşturur. Evrim ve soyaçekim düşüncesi de bu akım için önemli tezlerdir.
Natüralist sanatçılar insan ruhu yerine bedeniyle ilgilenmişlerdir.
Natüralizmin özellikleri
- 1800’Iü yılların son yarısında ortaya çıkan natüralizm, realizmin ileri bir aşaması olarak değerlendirilir.
- “Sanat doğanın bir kopyası olmalıdır.” düşüncesiyle insanın duygu, düşünce ve eylemleri soyaçekim özellikleri ve sosyal çevresinin etkisiyle açıklanabilir. Bu akıma göre, irade önemsizdir.
- Natüralizm gözleme ve bilimsel deneye dayanır. Bu bağlamda çeşitli bilim dallarının verilerinden yararlanabilir. (biyoloji, fizyoLoji…)
- Genellikle toplumdaki çirkinlikler ve olumsuzluklar üzerinde durulmuş; toplum dışına itilmiş kişiler, yoksul işçiler, ayyaşlar, hırsızlar kahraman olarak seçilmiştir.
- Natüralistler eserlerinde bilim adamı tarafsızlığıyla davranmışlardır.
- Eserlerinde ayrıntılı ruhsal betimlemeler yapan natüralistler bu eylemle kahramanların ruhsal durumlarını ortaya çıkarırlar.
- Dil son derece doğal ve yalındır. Roman ve öykü kişileri sosyal sınıflarına göre konuşturulmuştur.
- Natüralizmde roman, öykü ve tiyatro türleri gelişmiştir. Bu akımda her eserin savunduğu bir “tez” vardır.
6. PARNASİZM
Yalnızca bir şiir akımı olan Parnasizm, 1866’da çıkarılan Çağdaş Parnas adlı derginin yayınlanmasıyla ortaya çıkmıştır. Romantizme (hayalci ve duygucu şiire) tepki olarak doğan parnasizm, realizmin şiire yansımasıdır.
Parnasizmin Özellikleri
- “Sanat için sanat” anlayışı benimsenmiştir. Parnasizm etkisinde eser veren sanatçı parnasyen adını alır.
- Parnasizm şiirde gerçekçiliktir.
- Biçimsel kusursuzluğu hedeflemiş, biçimsel ögelere çok önem verilmiştir.
- Şiiri çok emek verilen bir iş olarak gören şairler, bir kuyumcu titizliğiyle şiirler yazmışlardır.
- Dış dünyanın nesnel bakışla anlatıldığı şiir ön plana çıkmıştır.
- Duygunun yerini gözlem almıştır.
- Bu görüşe göre şiirin öğretme amacı olmamalıdır. Amacı insanlarda güzellik duygusunu uyandırmaktır.
- Sanatçılar ağırlıklı olarak sone nazım biçimini kullanarak sade dille şiir yazmışlardır.
- Bu akımda geçmiş zamana özlem söz konusudur. Şairler eserlerinde Yunan mitolojisini de kullanmışlardır.
- Parnasyenler şiirde resimselliğe özel bir önem vermiş, tablo gibi şiirler yazmışlardır.
7. SEMBOLİZM (SİMGECİLİK)
19.yüzyı|ın sonlarında parnasizme tepki olarak doğmuştur.
Şiirde duyguya ve hayale hiç yer vermeyen anlayışa karşı duygu ve heyecanları müziksel bir ritmi olan sembolik sözcüklerle anlatmışlardr.
Sembolizm, edebiyat alanındaki gelenekselliğe başkaldıran dekadizm (çöküşçülük) hareketiyle ortaya çıkmıştır. Temsilciliğini Fransız şair Jues Laforçue “nin yaptığı dekadizm, “ toplumsal ve sanatsal düzenin dışına çıkmak; karamsarlığa, hayale, aşırı duyarlığa genişçe yer vermek isteyen bir anlayış” olarak tanımlanabilir. Dekadizm içinde yer alan kimi şairler, daha sonra sembolizme kaymışlardır. Sembolizm aslında dekadizmin bir uzantısından başka bir şey değildir.
Sembolizmin özellikleri
- Sembolizm dış dünyayı sembollerle anlatan bir anlayıştır. Bu akımda dış dünyanın insanlar üzerindeki etkileri sembollerle anlatılır.
- Sembolistler dış dünyayı kendi izlenimlerine göre anlatmışlardır. Her sanatçının dış dünyadan edindiği izlenim birbirinden farklıdır.
- “Sanat sanat içindir.” anlayışı benimsenmiş,“ sararmış yapraklar, kızıl gün batımları, baygın kokulu çiçekler, ay ışığı, loş karanlıklar duyguların aktarımında kullanılan unsurlar olmuştur.
- Duygular sembollerle anlatıldığı için anlam kapalıdır; imgeli ve sanatlı bir anlatım söz konusudur.
- “Dil, günlük dilin dışında olmalıdır” anlayışı etkilidir. Şiir dili üzerinde titizlikle durulmuştur.
- Sembolizmde musiki çok önemsenmiş, şiirde musiki “öz ile biçim arasındaki uyum” olarak değerlendirilmiştir.
- Sembolist şairler klasik nazım biçimlerini kullanmamışlar; müstezat, sone, terza-rima… biçimlerini kullanmışlardır. Sembolistler için uyağın da pek önemi yoktur.
- Sembolizmde en çok şiir ve tiyatro türleri gelişmiştir.
- Sembolizmin temellerini atan, Fransız şair Charles Baudelaire’ dir. Akımın kuramını Mallarme ortaya koymuş, akımla ilgili ilk bildirgeyi ise Jean Moreas yayımlamıştır.
8. EMPRESYUNİZM (İZLENİMCİLİK)
- 19. yüzyılın sonlarında Fransa’da resim alanında görülen bu akım daha sonra edebiyat ve müzikte de etkili olmuştur.
- Sembolizm ile birlikte sürrealizmi (gerçeküstücülük) hazırlayan bir akım niteliğindedir.
- İzlenimcilik olarak da adlandırılan bu akımda sanatçılar, çevresindeki varlıkları değil, bu varlıkların kendilerinde bıraktığı izlenimleri aktarmışlardır. Onlara göre dünya, sanatçıları heyecanlandıran bir uyarıcıdır. Sanatçı, bu heyecanı dile getiren kişidir.
Empresyonizmin Özellikleri
- Dış dünya ile ilgili gözlemler izlenimler ölçüsünde verilir, tüm detaylar aktarılmaz.
- Edebiyatın toplumsal bir işlevi olmamalıdır. “Sanat için sanat” anlayışı benimsenmiştir.
- Bu akımda şiirin biçimsel özellikleri önemli değildir.
- Empresyonizm resimde daha etkili olmuş bir akımdır. Edebiyatta ise geliştiği başlıca türler şiir ve tiyatrodur.
9. EKSPRESYUNİZM (DIŞAVURUMCULUK)
- Sanat ve edebiyat ürünlerinde iç gerçeğin dışa yansıtılması gerektiğini savunan ve Almanya’da doğan sanat akımdır.
- Bu akım da önce resim alanında başlayıp daha sonra edebiyata yansımıştır.
- Ekspresyonistler, empresyonizmin tersine dış dünyadaki izlenimleri aktarmaz, insanın iç dünyasında doğan duyguları anlatmayı amaçlamışlardır.
10. FÜTÜRİZM (GELECEKÇİLİK)
- İtalyan şair Marinetti (1876—1944) 1909’da Fransa’da fütürizmin bildirisini yayımlar. Bildiride makineye duyulan hayranlık, savaşın güzelliği ve gerekliliği, tehlike tutkusu, saldırganlık, kadın düşmanlığı yüceltilir. Geçmişle ilgili ne varsa (gelenek, tarih, müze…) hepsinin yok edilmesi istenir.
- Marinetti ve arkadaşları Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra faşizmi ve Mussolini’yi destekler.
- 1912’de fütürizm Rusya’da bir bildiriyle geleneksel sanat değerlerine başkaldırır. Rus fütüristleri savaşa karşı çıkarlar. Çalışan kadın ile erkeğe eşit gözle bakarlar, makineyi insana yararlı olduğu için överler; makine, hız onların hayranlık duyduğu unsurlardır. Bu yönüyle İtalyan fütüristlerinden ayrılırlar.
- Sanatçılar serbest nazım şekilleri kullanmışlar, ölçü ve uyağı önemsememişlerdir. Kullandıkları sözcüklerin olabildiğince yeni olmasını tercih etmişlerdir.
- Fütürizm uzun ömürlü olmamış ve Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra yerini Dadaizm’e bırakmıştır.
11. DADAİZM (KURALSIZLIK)
- 1916’da Romen asıllı İtalyan şair Tristan Tzara tarafından ortaya atılan dadaizm (kuralsızlık), edebiyat ve sanatta her türlü geleneğe, kurala karşı çıkan, “kuralsızlığı kural edinen” bir akımdır.
- Birinci Dünya Savaşı sırasında ve savaşı izleyen yıllarda baş gösteren karışıklık ve karamsarlık, kişi ve toplum ahlakının yozlaşması, inançların sarsılması, değer yargılarının alt üst olması; derin bir umutsuzluğa kapılan, her şeyi kuşkuyla karşılayan genç kuşağı toplumda ve sanatta alışılmış her şeyi inkâra ve yıkmaya yöneltmiştir.
- Dadaizm, çevrede olup bitenlerin gerçekliğine inanmamış, aklın hiçbir değeri olmadığını savunmuştur. Dada tam bir başkaldırıdır. Bu başkaldırıyı da alay ederek dışa vurur.
- Dadaistler; bütün edebî akımlara gülmüş, edebî sanat anlayışındaki farklı tutumları ve gayretleri anlamsız bulmuşlardır.
- Bireyi aklın tutsaklığından ve akla dayalı düzenden kurtarmak, sanatta her türlü geleneği yıkmak, sözcükleri bilinen anlamları dışında kullanmak, akıldışılığı, kuralsızlığı ve sürekli değişmeyi savunmak amacıyla ortaya çıkan dadaizm çok uzun ömürlü olmamıştır.
12. SÜRREALİZM (GERÇEKÜSTÜCÜLÜK)
- Dadaizmden ayrılan şairlerin 1924’te Fransa’da temellerini attıkları bir akımdır. Kurucusu Andre Breton’dur.
- Sürrealizmde bilinçaltının, bilinç alanına olan egemenliği savunulur. Bilinçaltının karmaşık dünyasını sanata aktarmayı amaçlayan bir akımdır.
- Sürrealist şairlerin dizelerindeki sözcükler, mantıksal bir sıra izlemez; yerine bilinçdışı psikolojik süreçlerle bir araya gelir.
- içinden geldiği gibi yazmak bu akımın en belirgin özelliğidir.
- Akılcılığın karşısında olan sürrealistler, geleneksel ve biçime dayalı inanç ve değerleri silmişlerdir.
- Sürrealist sanatçılar bilinçaltı düşüncelerin sanata aktarılmasında psikolojide yeni çığırlar açan Freud’un “psikanaliz kuramı”ndan etkilenmiş ve yararlanmışlardır.
- Freud’a göre insanın bilinçaltında gizlenmiş kuşkuları, eğilimleri rüyalarda kendini gösterir. Sürrealistler bunu “düşüncenin gerçek faaliyeti” olarak görürler. Onlara göre gerçek sanat eseri bu faaliyetin yazılmasıyla ortaya çıkarılabilir. Bilinçaltı, sanatın gerçek kaynağıdır. Aklın ve mantığın kontrolünde yazılan eserler sahtedir.
- Andre Breton’a göre, sürrealizm; sözle, yazıyla ya da başka bir biçimle düşüncenin gerçek işleyişini ortaya koymak için yararlanılan bir araçtır.
- Sürrealistler iç akışın devamını engellediği için noktalama işaretlerine karşı çıkmışlardır.
- Gerçeğin her türlüsünden sıyrılmaya çalışan sürrealistler, hayal gücünün sınırsız kullanılması gerektiğini savunmuşlar, baskı ve töreleri hiçe saymışlardır.
- Müzik dışında hemen bütün sanat dallarında etkili olan sürrealizm, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yerini egzistansiyalizme (varoluşçuluk) bırakmıştır.
13. EGZİSTANSİYALİZM (VAROLUŞÇULUK)
- Asıl etkisi İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra görülen varoluşçuluk, Fransız yazarı Jean Paul Sartre’ın kurucusu ve kuramcısı olduğu edebiyat ve felsefe akımıdır.
- 1927’de Alman filozofu Martin Heidegger tarafından felsefi bir görüş olarak ortaya atılan egzistansiyalizm (varoluşçuluk), İkinci Dünya Savaşı yıllarında Fransız romancısı Jean Paul Sartre tarafından edebiyata uygulanmış ve yaygınlaşmıştır.
- Descartes’in “Düşünüyorum, öyleyse varım” görüşü egsiztansiyalizmin temeli olmuştur. Bu akıma göre “var oluş”, “öz” den önce gelir. Kişi önce dünyaya gelir, yani var olur; sonra da kendi değerlerini kendisi yaratarak “öz” ünü ortaya koyar. İnsana yol gösterecek tek varlık yine insanın kendisidir. İnsan özgür olmak zorundadır ve her eyleminden sorumludur.
- İnsan kendi özünü yaratırken değişik seçimler yapmak zorunda kalır; bu da insanı bunalımlara sürükler.
- Varoluşçu yazarların yapıtlarında karakterler yoktur, durumlar vardır. Durumlarla karşı karşıya gelen insanlar, davranışlarını saptamada ve seçmede özgürdür. Karşılaştıkları durumlara göre yapacakları eylemler, davranışlar onların özlerini oluşturur.
- Varoluşçulara göre yazar, çağına katılmalı ve yaptığı seçimle yaşadığı topluluğa ve zamana yol göstermelidir. Çünkü gelecek kuşaklar, çağının sorunlarına duyarsız kalan sanatçıları ayıplayacaktır. Bu bakımdan Sartre üslupçu yazarlara -Balzac ve Flaubert’e- kızmakta buna karşılık toplum sorunlarına çözüm arayan Emile Zola ile Andre Gide’i beğenmektedir.
- Tüm insanlığın yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı, değer yargılarının ağır yara aldığı İkinci Dünya Savaşı yıllarında ortaya çıkan egzistansiyalizm, bir bunalım edebiyatı yaratmıştır.