Atatürk Dönemi Dış Politikası
23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılmasıyla yeni Türk Devleti kurulmuştur. 1920-1923 yılları arasındaki süreçte dış politikadaki temel amaç ulusal bağımsızlığı sağlamak olmuştur.
Kurtuluş Savaşı başarı ile sonuçlandırıldıktan sonra da 24Temmuz1923’te Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanması ile yeni Türk devleti uluslararası alanda tanınmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti dış politikada, aşağıdaki amaçlara yönelik hareket etmiştir:
a. Lozan Antlaşması’ndan kalan sorunları çözme, sınır güvenliğini sağlama
b. Yurtta barış, dünyada barış ilkesi ile hareket etme
c. Toprak bütünlüğüne, bağımsızlığa ve devletlerin eşitliği ilkesine saygılı devletlerle ilişkileri geliştirme
d. Uluslararası barışı sağlamayı amaçlayan kuruluşları destekleme
e. Türk devletinin uluslararası alanda saygınlığını artırma
Türk Dış Politikasının Esasları
Barışçıdır: Türkiye, devletler arası sorunların çözümünde eşitliğe dayanan dostluklar ve ittifaklar kurmayı amaçlar.
- Yurtta barış, dünyada barış!
Bağımsızdır: Ülkemiz, bağımsızlığını her şeyin üstünde tutarken diğer devletlerin dış politikalarından ve yönetim sistemlerinden etkilenmez.
Gerçekçidir: Dış siyasette Türkiye dünyadaki siyasi ve ekonomik gelişmeleri göz önünde bulundurarak gerçekleştirmeyi amaçladığı hedeflere yönelir.
Hukuka Bağlıdır: Devletler arasındaki meselelerin hukuki yollardan, diplomasi yoluyla ve eşitlik ilkesi ile çözümlenmesi Türkiye’nin benimsediği yoldur.
Millî Güce Dayalıdır: Türkiye, ülke menfaatlerini ve kendi halkını dikkate alan, bilim ve teknolojiyi rehber edinen milli bir dış politika takip eder.
1. Nüfus Mübadelesi
Lozan Antlaşması’na göre; Istanbul Rumları ile Batı Trakya’da bulunan Türkler dışında kalanlar, yani Türkiye’de yaşayan Rumlarla, Yunanistan’daki Türkler yer değiştireceklerdi.
Bunun için Türk ve Yunan temsilcilerinden oluşan bir komisyon, 1923 yılında çalışmalara başlamıştır. Ancak Yunanistan, İstanbul’a ne zaman yerleşmiş olduğuna bakılmaksızın bütün Rumların mübadele dışında tutulmasını istemiştir.
Bu istek iki taraf arasında anlaşmazlığa sebep olmuş, Mustafa Kemal’in dostluk girişimleri ve Balkanlarda bir ittifak kurma gayretleri sonucunda 10 Haziran 1930 tarihinde yapılan antlaşma ile mübadele meselesi barışçı yollarla çözüme bağlanmıştır. Geldikleri tarih ne olursa olsun İstanbul Rumları ile Batı Trakya Türkleri yaşadıkları yerde etabli (yerleşmiş) sayılmıştır.
2. Yabancı Okullar Sorunu
Lozan Antlaşması’na göre “Yabancı okullar Türk kanunlarına uyacak, Türk Hükümeti bu okulların öğrenimini düzenleyecektir.”
3 Mart 1924’te çıkarılan Tevhidi Tedrisat Kanunu ile tüm okullar MEB’e bağlanmıştır.
Türk Hükümeti bu okullarda Türkçe, tarih ve coğrafya derslerini Türk öğretmenler tarafından okutulması ve bu okulların Türk müfettişler tarafından denetlenmesi esasını kabul etmiştir. Türkiye’de okulu bulunan başta Fransa ve İngiltere olmak üzere kimi Batılı devletler, bu duruma müdahale etmek istemişler ancak Türk devleti bunun bir iç sorun olduğu gerekçesiyle, bu tür girişimlere karşı çıkmıştır.
Not: Türkiye bu sorunu bağımsız bir devlet olarak kendi kanunları çerçevesinde çözümlemiş oldu.
3. Irak Sınırı ve Musul Sorunu
Lozan’da en çok tartışılan Irak sınırı sonuca bağlanamamış; Türkiye ile İngiltere arasında ikili görüşmelere bırakılmıştır. İkili görüşmeler sonuç vermeyince Türkiye sorunu barışçı ve diplomatik şekilde çözümlemek için Milletler Cemiyetine başvurmuştur. Milletler Cemiyeti, İngiltere’ nin güdümünde hareket ederek taraflı davranmış ve Musul, Irak’ta kalmıştır. Bunun üzerine Türkiye son çare olarak sorunu askeri yöntemlerle çözmeye karar vermiştir.
İngiltere, sorunu lehine çözebilmek için Türkiye-Irak sınırında karışıklık çıkarmış ve Türkiye ile doğrudan savaş yerine Şeyh Sait İsyanı gibi iç karışıklıklar çıkararak, Türkiye’yi yıpratma yoluna gitmiştir.
Bu gelişmelerin sonucunda,5 Haziran 1926’da Türkiye ile İngiltere arasında Ankara Antlaşması imzalanarak, Türkiye-Irak sınır çizilmiştir. Ankara Antlaşması’na göre;
Musul, Irak’ta kalacaktır.
Irak Hükümeti petrol üzerine konan vergi gelirinden kendi payına düşen miktarın %10’unu, 25 yıl süreyle Türkiye’ye verecektir.
Not: Ankara Antlaşması Musul’u sınırlarımızın dışında bıraktığı için Misakımillî’ye aykırıdır.
Not: Musul sorununda Milletler Cemiyetinin kararlarının kabul edilmesi hukuka bağlı hareket ettiğimizi göstermektedir.
4. Milletler Cemiyetine Giriş (18 Temmuz 1932)
Türkiye Cumhuriyeti tüm uluslararası sorunları barışçı yollardan çözümlemeyi ilke edinmiş bir devlettir. Savaşı hukuken yasaklayan Briand-Kellog Paktını da imzalamıştır. I. Dünya Savaşı’ndan sonra dünya barışını sağlamak amacıyla kurulan Milletler Cemiyeti zamanla amacından uzaklaşmış ve büyük devletlerin sözcüsü durumuna gelmiştir. Milletler Cemiyeti, Türkiye’yi bünyesine dahil etmek istemiş, ancak ülkemiz 1932 yılına kadar cemiyete girmek istememiştir.
Türkiye’nin cemiyete girmek istememesinde, cemiyetin Musul meselesindeki taraflı tutumu etkili olmuştur. Ancak Türkiye bu düşüncesine rağmen hem yeni bir savaş sürecine girildiğinden (II. Dünya Savaşı), hem de dünya barışına katkı sağlamak için İspanya aracılığı ile Milletler Cemiyetinin yaptığı çağrıyı kabul etmiş ve cemiyete üye olmuştur.
5. Balkan Antantı (9 Şubat 1934)
Faşizm ile yönetilen İtalya ile Nazi Almanya’sının 1933’ten sonra güçlenmesi ve yayılmacı politikalar izlemeleri Balkan Devletlerini iş birliğine yöneltmiştir. Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya arasında Balkan Antantı imzalanmıştır.
Bölgesel barışa katkı sağlayan bu antlaşma ile Türkiye, Batı sınırını güvence altına almıştır.
6. Montrö Boğazlar Sözleşmesi (20 Temmuz 1936)
Lozan Antlaşması’na göre Boğazların her iki yakası askerden arındırılacak ve bölge, başkanı Türk olan bir komisyon tarafından yönetilecekti. İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya Boğazların garantörü olacak devletlerdi.
Ancak 1930’larda silahlanmanın artması, İtalya’nın Habeşistan’a saldırması, Almanların Ren bölgesine asker çıkarması, Japonya’nın Milletler Cemiyetinden çekilmesi ve Mançurya’ya saldırması dengeleri değiştirmiştir.
Milletler Cemiyeti’nin, Boğazların güvenliğini sağlayamayacağını gören Türkiye, Boğazların statüsünün değiştirilmesini talep etmiş, bu talep doğrultusunda Montrö Boğazlar Sözleşmesi imzalanmıştır.
Sözleşmeye göre;
1. Boğazlar Komisyonu kaldırılacak, görev ve yetkileri Türkiye’ye devredilecektir.
2. Türkiye, Boğazların her iki yakasında asker bulundurma ve askeri tesis kurma hakkına sahip olacaktır.
3. Ticaret gemilerinin geçişi serbest olacaktır.
4. Karadeniz’e kıyısı olmayan devletlerin savaş gemileri zaman ve ağırlıkları bakımından sınırlandırılacaktır.
5. Türkiye bir savaşa girer veya savaş tehlikesi ile karşılaşırsa Boğazları istediği gibi açıp kapatabilecektir.
Önemi
- Lozan’ın, Türkiye’nin egemenlik haklarını zedeleyen bir hükmüne son verilmiştir.
- Misakımilli’nin Boğazlara yönelik kararı gerçekleştirilmiştir.
- Boğazlarda asker bulundurabilmesi Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki güç ve önemini artırmıştır.
- Türkiye dış politikada büyük bir siyasi zafer kazanmıştır.
7. Sadabat Paktı(8 Temmuz 1937)
İtalya’nın Habeşistan’a saldırması ve Doğu Akdeniz’e yönelik amaçları bazı Doğu ülkelerini birbirine yakınlaştırmıştır. Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında birbirlerinin sınırlarına saygılı olma, iç işlerine karışmama ilkelerini içeren Sadabat Paktı imzalanmıştır.
Böylece Orta Doğu ve Yakın Doğu’da barış ve güvenliği sağlamaya yönelik bir ittifak kurulmuştur. Bölgesel barışa katkıda bulunan Türkiye, Doğu sınırında güvenliği sağlamıştır. Suriye, Hatay Meselesi’nden dolayı bu birliğe katılmamıştır.
Hatay Sorunu
1936’da Fransa Suriye üzerindeki manda yönetimini kaldırmıştır. Buna göre İskenderun ve Antakya Suriye mandası altına girmiş durumuna düşünce Hatay sorunu gündeme gelmiştir.
Avrupa’da savaş tehlikesinin de büyümesiyle Fransa, Doğu Akdeniz’in güvenliğini düşünerek Hatay meselesi için Türkiye ile görüşmeyi kabul etmiştir.
Türkiye’nin girişimleri ile Milletler Cemiyeti gözetimi altında bölgede yapılan halk oylaması sonucunda Hatay Bağımsız Devleti kurulmuştur (1938). Hatay Millet Meclisinde 1939’da yapılan oylama sonucunda Hatay, ana vatana katılmıştır. Böylece günümüz Türkiye-Suriye sınırı çizilmiş ve Misakı Millî gerçekleştirilmiştir.
Atatürk’ün Hatay Sorununa Karşı Tutumu
1937 yılından itibaren sağlığı bozulan Atatürk’ün Hatay davasına destek vermek için Mersin’e gitmesi hastalığının artmasına sebep olmuştur. İstanbul’a döndükten sonra vasiyetini yazan Atatürk, İş Bankası’ndaki hisse gelirlerinden Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumuna pay tahsis etmiştir.
Atatürk 1936 yılında meclisin açılış konuşmasında “Bundan böyle Fransızlarla aramızda senelerdir ‘p giden davanın neticelenmesinin zamanı gelmiştir.” demiştir.
Atatürk, Hatay’ı Türkiye’ye kazandırmak için kişisel olarak da büyük özverilerde bulunmuştur.