Birinci Dönem Dış Politika (1923 — 1930)
Türkiye, 1923 – 1930 yılları arasında “barışçı yollarla Lozan Antlaşması’ndan kalan bazı problemleri çözmeye” çalışmıştır.
Yabancı Okullar Sorunu
Lozan Antlaşması ile yabancı okulların Türk kanunlarına uymaları kararı alınmış ve bu okulların denetimi ve işleyişi Türkiye’ye bırakılmıştı. Türk Hükümeti ise Tevhid-i Tedrisat ve Maarif Teşkilatı kanunlarını çıkararak, ulusal eğitimin temel ilkelerini tespit etmiş ve eğitim alanında yeni düzenlemeler yapmıştır.
Yabancı okullar alınan bu kararlara uymayarak Fransa ve Papa aracılığı ile konuyu Türk Hükümeti ile görüşmek istemişlerdir. Türk Hükümeti ise bu teklifi bağımsız devlet anlayışına aykırı bulduğu için geri çevirmiştir. Kendi iç sorunu olarak kabul ettiği bu konuyu sadece yabancı okullar ile görüşebileceğini söylemiş, Fransa ve Papa’yı konunun dışında tutmuştur.
Bu kanunlara uyan yabancı okulların eğitimlerine izin verilmiş, ancak belirtilen esaslara uymayanlar ise kapatılmıştır. Böylece yabancı okullar sorunu çözülmüştür.
Nüfus Mübadelesi Sorunu (1925 — 1930)
Lozan Konferansı’nda, “Türkiye’de kalan Rumlarla, Yunanistan’da bulunan Müslüman Türklerin değişimi yapılacak, ancak 30 Ekim 1918’den önce İstanbul’a “yerleşmiş” olan Rumlarla, Batı Trakya Türkleri bu değişimin dışında tutulacak’ kararı alınmıştır.
Nüfus değişiminin yapılması için Lozan’dan sonra Türk ve Yunan heyetlerinden oluşan bir komisyon kurulmuştur. Komisyonda söz hakkı alan Yunan heyeti; “İstanbul’da fazla Rum bırakarak Bizans ideasında bulunmak için, 30 Ekim 1918’den önce İstanbul’da bulunan her Rum’un “yerleşmiş” olarak kabul edilmesi gerektiğini” bildirmiştir. Ancak Türk heyeti; “30 Ekim 1918’e yakın bir tarihte İstanbul’a gelen Rumların “yerleşmiş” statüsünde kabul edilemeyeceğini söyleyerek” Yunan heyetinin isteğine itiraz etmiş ve sorun çözülmeden komisyon dağılmıştır.
Bu görüş ayrılığından doğan anlaşmazlık için hakemliğine başvurulan Milletlerarası Lahey Adalet Divanı‘nın yaptığı yorum da çözüm getirmemiş ve sorun 1930’a kadar devam etmiştir. Ancak bu gergin havadan siyasi ve ekonomik olarak zarar gören Yunanistan, tutumunu yumuşatmak zorunda kalmıştır. Bu durum Ankara’da olumlu karşılanmış ve Türk – Yunan tarafları arasında 10 Haziran 1930’da yeni bir antlaşma imzalanmıştır. Buna göre; “30 Ekim 1918’e yakın bir tarihte İstanbul’a gelen Rumlar “yerleşmiş” olarak kabul edilmemiştir. 30 Ekim 1918’den çok daha önce İstanbul’a yerleşen Rumlar ile Batı Trakya’da bulunan Türkler dışında, Türkiye Rumları ile Yunanistan’daki Türkler karşılıklı olarak değiştirilecek” kararı alınmıştır.
Irak Sınırı ve Musul Sorunu (1926)
Türkiye, Lozan Konferansı’nda; “Halkının çoğunluğu Türk olan Musul’un Misak-ı Milli sınırları içinde olduğunu” ileri sürmüştür. Irak’ı himayesinde tutan İngiltere ise “Etnik çoğunluğunun Araplardan oluştuğunu ileri sürmüştür. Musul’un Irak sınırları içinde kalması gerektiğini” savunmuştur. Tarafların tutumlarında bir değişiklik yapmaması üzerine Lozan Konferansı’nda soruna çözüm getirilememiş ve “Meselenin konferanstan sonra 9 ay içinde bir sonuca ulaştırılması için Türk – İngiliz ikili görüşmelerine bırakılması” kararlaştırılmıştır.
Lozan Konferansı’ndan sonra Türkiye ile İngiltere arasında yapılan ikili görüşmeler sonucunda da soruna çözüm getirilememiştir. Sorunun çözümü için Milletler Cemiyeti’nin hakemliğine başvurulması kararı alınmıştır. Ancak İngiltere bu kuruluşta hâkim bir konumda olduğu için Milletler Cemiyeti konseyi Musul’un İngiltere’nin mandasındaki Irak‘a bırakılması tavsiyesinde bulunmuştur. Bu kararı beğenmeyen Türkiye konuyu Lahey Adalet Divanı‘na götürmüş ise de beklentisi doğrultusunda bir sonuç alamamıştır.
Türkiye askeri bir müdahale ile Musul’u topraklarına katmayı amaçladığı bir sırada Güneydoğu Anadolu’da Şeyh Sait Ayaklanması çıkmıştır. Bu isyanın yarattığı sıkıntı Musul üzerine asker gönderilmesini engellemiştir. Türkiye ayaklanmayı bastırmak için İngiltere ile 5 Haziran 1926 Ankara Antlaşması’nı imzalamak zorunda kalmıştır.
Bu antlaşmaya göre;
- Musul, İngiltere mandasındaki Irak’a bırakılacak
- Musul petrol gelirlerinin % 10’u; 25 yıllık bir süre için Türkiye’ye verilecek gibi maddeler kabul edilmiştir.
- Böylece Misak-ı Milli sınırları içinde gösterilen Musul, topraklarımızın dışında bırakılmış ve Türkiye – Irak sınırı çizilmiştir.
Osmanlı Borçları Sorunu
Lozan Konferansı‘nda; “Osmanlı Devleti’nden ayrılan ülkelere yüz ölçümleri oranında Osmanlı borçlarından pay verilmiş ve en büyük pay Türkiye’ye düşmüştür. Ancak Türkiye borçların ödenme biçimini, alacaklı devletler ile yapılacak görüşmelerle tespit edilmesini” konferansa katılan devletlere kabul ettirmiştir.
Alacaklı devletler ile 1926 – 1933 yılları arasında görüşmeler yapılmıştır. Türkiye “kendi payına düşen borçları taksitler halinde ve belirlediği sürelerde ödeyeceğini” açıklamıştır. Alacaklı devletler ise “Türkiye’nin belirlediği ödeme sürelerine itirazda bulunmuş, borçların taksitler halinde ödenmesi durumunda faiz uygulayacaklarını” bildirmişlerdir.
Türkiye bu açıklamayı kabul etmeyince özellikle Fransa ile sorun çıkmış ve ilişkiler gerginleşmiştir. Bu müzakereler sırasında 13 Haziran 1928’de taraflar arasında anlaşmalar imzalanarak ödenecek borcun miktarı ve ödeme biçimi bir formüle bağlanmıştır. Ancak 1929’da Dünya ekonomik bunalımının ortaya çıkması Türkiye’nin ödeme güçlükleriyle karşılaşmasına yol açmıştır. Türkiye bu tarihten sonra alacaklı devletler ile yeniden görüşmeler başlatarak 22 Nisan 1933’te Paris’te yeni antlaşmalar imzalanmasını sağlamıştır. Bu antlaşmalar ile borçların Türkiye’nin istediği şekilde taksitlerle ödenmesi kararlaştırılmıştır. Türkiye 1954’e kadar bütün borçlarını ödemiş ve borçlar sorunu da bu şekilde çözüme kavuşturulmuştur.